Kış, boran, soğuk hava, yaprak gibi kar yağar;
Rüzgâr kovar kart, kar, “düşeceğim diye direnir.
Eser rüzgâr, uğuldar, kar hep şiddetini artırır;
O sırada, caminin yanında kör bir yaşlı durmakta.
Gece gündüz hep orada, her Allah ‘in günü,
Torbası elinde, dilenir yaz ve güz, bahar, kış günü.
Acınacak hâl, acınacak hâl, pek zordur, pek zor;
Versenize bir tiyin yalnızca, tenge değil, tiyin.
Anlatayım şimdi size: bu kişi pek zengin idi;
içtiği, baldan şekerden, yediği sadece yağ idi.
Bir zamanlar tutmuştu şöhreti, şanı,
Bu kör ihtiyarın, Kazan, Hanıkirmen, Astırahan.
O mandıraları nasıl anlatsam, o sayısız malları,
Hangisini istersen hazır: gülleri mi, alları mı?
O üç atlı, o çok güzel faytonları,
Nerede o tilki kürkleri, nerede ah o elbiseleri?
Güzeldi, pek güzeldi, daha fazla ne diyeyim?
Anadan doğma, görüyor musunuz, versenize bir giyecek.
Bütün efendiler idiler bu ihtiyarın meftunları,
Kalmadı bu ihtiyar için yapmadıkları efsunları!
Başları önlerinde, sağa-sola çevirerek,
Yürürlerdi yaşlı adamın yanında yorga tay gibi
yorgalayarak*
Nerede o zenginlik günlerindeki sevgili dostları,
Nereye kaçtı hepsi: Gaynükleri, Ehmüşleri?
Acınacak hâl! Acınacak hâl! Pek zor, pek zor;
Versenize bir tiyin yalnızca, tenge değil, tiyin.
Beş vakit namaz ehline el açıp kalır;
Görmezki hazret bu ihtiyarı, yalnızca göz ucuyla bakar.
Ya öyle mi? – Akçe varken dost da var, yâr de var;
Akçe kokusu çıkmazsa, var olan da yanından kaçar.