Öylesine bütünlüklü ve öylesine sade güzelliği var ki bu erken yaz sabahının, başka hiçbir güzelliğe içinde yer bulunmuyor; belki de ilk kez, bir başka güzelliğin, bir mısranın, bir şarkının, hatta uzun bir şampanya kadehinin içinde duran şu çiçeklerin, derin bir duygunun, eğlenceli bir düşüncenin bozabileceği böyle bir vakte rastlıyorum. Sabah, sanki bir beyaz manolya yaprağı…
Parlak, mavi bir yaz sabahı.
Sakin, sessiz.
Sanki hiçbir sese, hiçbir harekete tahammülü yok.
Müziği kapattım.
Dümdüz lacivert bir deniz, koruluklarının yeşili bile gözüken adalar, bir beyaz yelkenli, uzaklarda bir şilep.
Balkondaki sardunyaların kızgın kızıllığından bile rahatsız olan bu masum ve aydınlık sabah, kendi mavi masumiyetiyle hayatın bütün karmaşasını, düşünceleri, duyguları reddediyor sanki.
Bu ışıklı sessiz örtünün altında yatan heyecan verici karanlıklara uzanan yollar erken yaz sabahının sükunetiyle kesilmiş.
İnsan, bu durgun güzelliğe boyun eğmekten başka bir çare bulamıyor.
Sessiz mavi bir yaz sabahının bir parçası oluyor.
Bir sevinç bile istemiyor.
Hiçbir duygu olmamalı, bir düşünce bulunmamalı.
Bir maviliğin içinde süzülmelisin.
Bu sabah vaktinin bir parçası olmalısın.
Ve bunun için, bütün varlığından, geçmişinden, hayallerinden bir anlığına da olsa vazgeçmeli, bu sükuneti bozacak hiçbir kıpırtıyı içinde taşımamalısın.
O sessizliğin içine kendimi istekle bıraktım.
Hiçbir şey olmamanın muhteşem sükunetiyle uçuk bir maviliğe büründüm, kendimi terkettim.
Minik bir yaprak bile değilim, kavak ağaçlarının uçuşan pamukçukları da değilim, bir ağaç ya da bir çiçek de değilim.
Mavi bir sabahım şimdi ben.
Bütün derinliklerim sessiz.
Beni çağıran hiçbir şey yok.
Hiçbir yere gitmeyeceğim.
Hiçbir şey düşünmeyeceğim.
Hiçbir şey hissetmeyeceğim.
Kendi sesim de dahil bütün seslerden uzaklaştım.
Öylesine bütünlüklü ve öylesine sade güzelliği var ki bu erken yaz sabahının, başka hiçbir güzelliğe içinde yer bulunmuyor; belki de ilk kez, bir başka güzelliğin, bir mısranın, bir şarkının, hatta uzun bir şampanya kadehinin içinde duran şu çiçeklerin, derin bir duygunun, eğlenceli bir düşüncenin bozabileceği böyle bir vakte rastlıyorum.
Sabah, sanki bir beyaz manolya yaprağı.
Ona hiçbir şey değmemeli, dokunmamalı, değerse küser ve kararır.
Hatta güzelliğini bile seyretmemelisin.
Bir parçası olmalı, o maviliğe karışmalısın.
Uyandığımda bende olan ne varsa artık yok.
Ben yokum.
Bir sabah vaktiyim.
Sessizim, sakinim, maviyim.
Beni terkeden herşey, bütün sesler, bütün düşünceler, bütün duygular, bütün kaygılar, bütün özlemler aniden ve büyük bir gürültüyle geri dönecekler, bunu biliyorum.
Ben, yine ben olacağım.
Hayat, yine hayat olacak.
Bu mavi örtünün altında dolaşan o olağanüstü karmaşa, bütün karanlığı ve çekiciliğiyle yeniden ortaya çıkacak.
Onları yeniden gördüğümde belki de çok sevineceğim.
Ama, şu kısa an, sabahın içinde dağılıp bir mavi sabah olduğum şu vakit, neredeyse inanılmaz olan bu tanrısal armağan, herkes gibi benim de en çok kurtulmak istediğimden, kendimden kurtarıyor beni.
İçimde dolaşıp duran, birbiriyle çatışan, beni bazen eğlendirip bazen yoran bütün o ‘ben’ler sustular, gittiler, yokoldular.
Issız içim.
Kendi ıssızlığını da özlüyor bazen insan.
Bunun asla ele geçemeyeceğini, o kalabalığın asla beni terketmeyeceğini sanırken, erken bir yaz sabahı, beni kalabalıklarımdan kurtarıp içine aldı.
Görkemli bir cömertlikle kendini bütünüyle bana verirken, beni de inanılmaz bir hoşgörüyle kendi içine kabul etti.
Bir şarkı duymak istemiyorum.
Hiçbir şeyi, bir çiçeği, bir insanı, bir ağacı, bir kuşu, bir duyguyu tek başına görmek istemiyorum.
Bu bütünlük, kalabildiği kadar bir bütün olarak kalmalı.
Onun parçası olmalıyım.
Tek olan her şey bu bütünlüğü bozacak.
Ben bir bütünün parçası olamayacağım o zaman.
Bütüne bazen hayranlıkla, bazen merakla, bazen dehşetle bakan, ayrı bir parça haline geleceğim yeniden.
Buna da sevineceğim belki.
Ama şimdi…
Şimdi değil…
Parlak, mavi bir yaz sabahı.
Sessiz ve sakin.
Ben yokum.
Siz yoksunuz.
Kimse yok.
Mavi bir sabah var yalnızca.
Ve, mavi bir sabah vaktiyim şimdi ben.