The Sunday Times gazetesi insan başının on bin yılda yüzde otuz oranında küçüldüğünü ileri sürerken elinde kemikten deliller vardı. Şiirin gerilediğini iddia edenlerin elinde ise henüz somut bir kanıt yok. Yine de “Şiir geriliyor mu? ” sorusu Darwin’in evrim teorisi gibi –bütün zafiyetine rağmen- yakamızı bırakmıyor. Dahası maymundan insana giden yol bir u dönüşüyle tekrar maymuna götürüyor bizi. Victor Hugo, on dokuzuncu yüzyılda, “Şiir gerileyemez. Neden? İlerleyemez de ondan.” diyerek meseleyi tatlıya bağlamaya çalışmış, “Her yeni şair, yeni bir başlangıçtır.” ifadesiyle kendisinden sonra gelenlere ümit aşılamışsa da, bu soru hâlâ aşılamamıştır. Her şairin içindeki gizli put, ona “biricik olduğunu, şiirin kendisiyle “anlam kazanıp” kendisiyle “son bulacağını” fısıldayıp durdukça soru “sorun”a dönüşerek büyüyüp, modern zamanların geleneksel çığı olarak yeni şairlerin yolunu kesmeye devam edecektir.
Bu girizgâhtan her şeyin yolunda olduğu, şiirin dolu dizgin vadiler kat ettiği anlaşılmasın. Çünkü şiiri “insan” yazıyor ve dengesiz ruhlarda mayalanıyor gibi görünse de şiir bir “denge” işidir. Kaos ve ahengin bu gürbüz çocuğu uçurumun üzerine gerilmiş bir tel üzerinde yürürken bizden bir şey istemektedir: “Benim dengemi bozmayınız! ”
“Sizin alınız al, inandım
Morunuz mor, inandım
Tanrınız büyük, âmenna
Şiiriniz adamakıllı şiir
Dumanı da caba
Ama sizin adınız ne
Benim dengemi bozmayınız”*
Evet, sizin adınız ne? Sizin kalem ve kağıtla işiniz ne? Şair olmak için, ilkin insan, sonra da şair insan olmak gerekiyorsa** edebiyattan hele şiirden size ne? Ahmet Haşim’in “Niceleri yırtıcı birer kurttu, gecelerin karanlığında aslanların sesini taklit ettiler; niceleri leş yiyici murdar kuşlardı, baharda bülbüller gibi öttüler. Körler, âlemin bahar ve hazanından bahsettiler; cılızlar ‘kuvvet’i öğretmek istediler; timsahlar gözyaşları döktüler; alçaklar faziletten dem vurdular, kalem ve kağıt, bunların başlıca vasıtlarıydı.” cümlelerinin irabında mahalliniz ne? O halde bizim dengemizi bozmayınız!
Söz Ahmet Haşim’den açılmışken “Bir Günün Sonunda Arzu” şiirinin yazıldığı dönemde kopardığı vaveylayı hatırlayalım. Sembolizmin büyük ustası, herhalde “anlaşılmayan” şiiri yüzünden şiirde gerileyişin sembolü olmuştu o günlerde. Oysa gün gelmiş, bir türlü sökmeyen Fecr-i Âti’de bir tek onun güneşi yükselmişti. Çünkü Hâşim farklıydı. Hugo’nun “Dahiler yok mu, geçemezseniz bile denk olabilirsiniz onlara. Nasıl mı? Farklı olmakla! ” dediği “nitelikli fark” Haşim’de vücut bulmuştu. “Nitekim fark” diyorum, çünkü hezeyan da bir tür farklılık oluşturabilir.
Öte yandan şiir sadece dengeyle değil, derinlikle de alakalıdır. Karaya oturan şiirler, sığ şairlerin sularında doğmakta, tufan yaratan imgelerden yoksun oldukları için yüzebilmek için tufanı beklemektedirler. Onlar gruplar halinde*** suların yükselmesini bekleye dursun, ufukta gördüğümüz dumanlar ve gemi bacaları hâlâ dünyanın yuvarlak, şiirin bâki olduğunu gösteriyor.
Türk şiiri gerilemiyor. Ancak Türk şairleri bir hendek savaşıyla karşı karşıyalar. Türk şiirinin önünde aşılmayı bekleyen pek çok hendek oluştu. Bunlardan bazılarını zikretmek istiyorum:
1.Arabesk Hendeği: Türk şiirinin önündeki en büyük hendek budur. Hala yağmurdan, çamurdan, yürekten, ciğerden, uçurumdan, boşluktan, sevdadan, hüzünden meded uman, aynı klişelerle milyonuncu baskıyı yapmaktan yüzü kızarmayan şairlerin hendeğidir bu.
2.Vezin ve Kafiye Hendeği: Taş dedikleri zaman kendilerini kuş demek zorunda hisseden, veznin kafesine girdiklerinde bülbül gibi şakıyacaklarını sanan şairlerin hendeğidir bu.
3.İkinci Yeni Hendeği: Türk şiirinin bu önemli ve zengin deneyimini, biricik hazinesi kabul edip, “Kargadan başka kuş tanımam” diyen şairlerin hendeğidir bu.
4.Necip Fazıl, Turgut Uyar, Sezai Karakoç, İsmet Özel Hendekleri: Bu usta şairlerin herhangi biriyle soylu akrabalık kurma adına şiir kimliklerin kaybedenlerin hendeğidir bu.
5.Anadolu Hendeği: Taşra duyarlığını kutsal bir nostalji haline getiren, köylü ruhunu şehre taşımaya çalışan şairlerin hendeğidir bu.
6.Destan Hendeği: İlkel toplumlarda tanrıları memnun edip daha çok ürün almak için üretilen, şiirden çok nesre yakın duran, kabile bilinciyle koro halinde söylenen destan ve balad şairlerinin hendeğidir bu.
Hendeklerden bahsedip Barış Manço’yu anmamak olmaz. Barış Manço bırakalım bir kez de şairlere seslensin: “İşte hendek, işte deve! ”
*Turgut Uyar
**Max Jacop
***“Şairliğe kalkan delikanlıların el ele vermesi, doğrusu ya, gülünçtür. Buna karşılık yeniden dirilen İsa ile söyleşen o havariler gibi, güzellikle söyleşen zeki insanlar topluluğuna diyecek yoktur.” Max Jacob
HECE ARALIK 2005 SAYISI
SAYI: 108