İstanbul Şiirleri

1 Fetih Aydınlığı şiiri Fazıl Hüsnü Dağlarca ŞiirleriFazıl Hüsnü Dağlarca
802 kez okundu0

Hem kısaydı Ayasofya tekbir seslerine,
Dardı hem.
Hava bir yeşille bismillâh gibiydi,
Gökyüzü bir bahardı hem.
İhtiyar yeniçerim öpmüştü İstanbul toprağını,
Duymuştu lezzetini yeryüzünün.
Nesilleri mesteden bir aşk ki ardında,
Bir cihan vardı hem.
Uyumuştu yeditepe hudutsuz,
Kaderin parıltısında
Kaderin parıltısından,
Uyanmış kadardı hep,
Geçmişin karanlığı dağılmıştı sultanla kul arasında,
Bir kardeşlikle can üzre.
Artık evler değildi eğilen insana karşı,
Saraylardı hem.
Sonsuzluğun saltanatından,
Kuvvetle adaletle denizler kadar,
Söylerdi vaktini Fatih dalgalara,
Duyardı hem.

2 İstanbul şiiri Faruk Nafiz Çamlıbel ŞiirleriFaruk Nafiz Çamlıbel
739 kez okundu0

İthaf: Şehremini Cemil Paşa’ya Bütün hayatı uyur bir sema-yı mühmelde
Geniş ufukları efsanevi hikayelerin
Tasavvur ettiği gökler kadar beyaz, narin,
Minarelerle müzeyyen, sevimli bir belde…

O mai dalgaların bu sesiyle perverde
Sevahilinde güler ruhu başka bir denizin,
Gezer bu levhaya ait bir ihtiram-ı hazin
Melul hisli mükedder nazarlı gözlerde.

Bütün bedayi’-i ezman, nefais-i a’sar
Bu mai çehreli İstanbul’un beyaz ve uzun
Ufuklarında bulur penah si’r ü füsun

Dalınca gözlerim ağlar bu hüsn-i sakinde;
Bu beldenin uyuyan bir başka güzellik var
Bütün tulu’ ve gurubunda, subh u leylinde

3 Kaside Der Vasf-ı Der İstanbul şiiri Nedim ŞiirleriNedim
771 kez okundu0

Bu şehr-i sitanbul ki bi misl ü behâdır
Bir sengine yek pâre acem mülkü fedâdır

Bir gevher-i yekpare iki bahr arasında
Hurşîd-i cihan-tâb ile tartılsa sezâdır

Bir kân-ı niamdır ki anın gevheri ikbâl
Bir bağ-ı iremdir ki gülü izz ü alâdır

Altında mı üstünde midir cennet-i a’lâ
El-hak bu ne halet bu ne hoş âb u hevâdır

Her bağçesi bir çemenistân-ı letâfet
Her kûşesi bir meclis-i pür-feyz ü safâdır

İnsaf değildir ânı dünyaya değişmek
Gülzarların cennete teşbih hatadır

Herkes irişür anda muradına ânınçün
Dergahları melce-i erbab-ı recâdır

Kala-yı meârif satılır sûklarında
Bazâr-ı hüner ma’den-i ilm ü ulemâdır

Camilerinin her biri bir kûh-i tecellî
Ebrû-yi melek andaki mihrâb-ı duâdır

Mescidlerinin her biri bir lücce-i envâr
Kandilleri meh gibi lebrîz-i ziyâdır

Ser-çeşmeleri olmada insana revân-bahş
Germ-âbeleri câna safâ cisme şifâdır

Hep halkının etvarı pesendîde-i makbul
Derler ki biraz dilleri bî-mihr ü vefâdır

Şimdi yapılan âlem-i nev-resm ü safânın
Evsafı hele başka kitâb olsa sezâdır

Nâmı gibi olmuşdur o hem sa’d hem âbâd
İstanbul’a sermâye-i fahr olsa revâdır

Kûh-sarları bağları kasrları hep
Güya ki bütün şevk ü tarab zevk u safâdır

İstanbul’un evsafını mümkün mi beyân hiç
Maksûd heman sadr-ı kerem-kâra senâdır

Nedim

4 Kayalar Kadı Olurdu şiiri Mahzuni Şerif ŞiirleriMahzuni Şerif
643 kez okundu0

Kayalar kadı olurdu
Akıllar yaşta olsaydı
Yeşil mezar türkü söyler
Keramet taşta olsaydı

Güle bülbül konar mıydı
Öter öter bunar mıydı
Bahar çiçek sunar mıydı
Kabahat kışta olsaydı

Toprak olur ağa paşa
Gelde şu dünyada yaşa
Düşmezdi gardaş gardaşa
İstanbul muşta olsaydı

Beni gören birşey sanmaz
Dünyayı içenler kanmaz
Mahzuni’nin kalbi yanmaz
Sevdası başta olsaydı

5 Köyüm Köyüm şiiri Mahzuni Şerif ŞiirleriMahzuni Şerif
1101 kez okundu0

Ne uzaktır şu Maraş’a
Aman köyüm dertli köyüm
Yol bitmiyor koşa koşa
Aman köyüm yiğit köyüm

Ocakları tezek dolu
Gözlerime gider külü
Çamurdan çıkılmaz yolu
Eyvah köyüm yiğit köyüm

Avukat yer parasını
Muhtar eker merasını
Kimse sarmaz yarasını
Aman köyüm dertli köyüm

Savaş gelince köy köydür
Seçim gelince köy köydür
Ondan başka hiç bir şeydir
Aman köyüm yiğit köyüm

Aslan yoktur kürkü yoktur
Suyu yoktur parkı yoktur
Bir esirden farkı yoktur
Aman köyüm yiğit köyüm

İstanbul’un şosesi var
Gizli gizli köşesi var
Şehirlerin neşesi var
Eyvah köyüm canım köyüm

Üç candarma bir karakol
Yumurtası tavuğu bol
Ne okulu var ne düzgün yol
Eyvah köyüm yiğit köyüm

Hocaları takke bilir
Şam’ı bilir Mekke bilir
Doktor bilmez tekke bilir
Köyüm köyüm nazlı köyüm

Sırtına abalar giyer
Haklarını başkası yer
Tarhanaya şekerdir der
Köyüm köyüm yiğit köyüm

Mahzuni köye giderim
Kör oldu ağlar pederim
Elbet bir gün Allah kerim
Üzülme sen benim köyüm

Köyüm köyüm aslan köyüm
Üzülme sen yiğit köyüm.

6 Ince Ince Kar Yagar şiiri Mahzuni Şerif ŞiirleriMahzuni Şerif
717 kez okundu0

Ince bir kar yagar
Fakirlerin üstüne
Neden felek inanmiyor
Fukaranin sözüne
Öldük öldük biz açliktan
Yapma agam n’olur n’olur
Adam mı ölür? Okul olunca
Yol yapılınca, çeşme olunca
Kendin bulunca, n’olur n’olur.
Sen anadan ben babamdan
Ağa doğmadık dostum
Gel beraber yaşayalım
Sanma ki sana küstüm
Yandık yandık, öldük öldük
Biz açlıktan
Yapma beyim n’olur, n’olur, n’olur.
Adam mı ölür? Yol yapılınca
Okul olunca, çeşme yapınca
Doktor gelince, mühendis gelince
N’olur n’olur n’olur n’olur.
İstanbul’un benzemiyor neden o Urfa’lara
Bir de sizler gelin bakın şu çamurlu yollara
Acıdır ki bu yüzyılda düştük biz ne hallara
İşte durum, işte yorum kızma beyim n’olur.
Öldük öldük biz açlıktan
Yapma ağam n’olur
Adam mı ölür? Asfalt olunca
Yol düzelince
Sağlık gelince
Okul olunca
İnsan gülünce
Dost sevinince
N’olur n’olur n’olur n’olur.
Mahzuni’yim duyun artık şu haykıran sesimi
Okuyun tarihi görün insanlığın hasını
Birgün siz de görürsünüz dünyanın gidişini
İşte yaşam, işte insan, işte doğa gör bunu n’olur
Bizler gördük, yapma ağam n’olur
Adam mı ölür? İnsan sevince
Karın doyunca
Sağlık olunca
Paylaşılınca
Doktor gelince
Yol yapılınca
N’olur n’olur n’olur.

7 Hasta şiiri Mehmet Âkif Ersoy ŞiirleriMehmet Âkif Ersoy
1104 kez okundu0

“Vak’a Halkalı Zirâ’at Mektebinde geçmişti”

– Bence Doktor, onu siz soyarak dinleyiniz;
Hastalık çünkü değil öyle ehemmiyetsiz.
Sade bir nezle-i sadriyyemi illet? Nerede?
Çocuğun hali fenalaştı son günlerde,
Ameliyata çıkarken sınıf on gün evvel,
Bu da gelmez mi? Dedim ” Kim dedi, oğlum sana gel?
Nöbet üstünde adam kaçmalı yorgunluktan;
Hadi yavrum, hadi söz dinle de bir parça uzan.”
O zamandan beridir za’fi terakki ediyor;
Görünen: bir daha kalkınması artık pek zor;
Uyku yokmuş; gece hep öksürüyormuş; ateşin
Oluyormuş biraz dindiği
– Ben zaten işin,
Bir ay evvel biliyordum ne vahim olduğunu
Bana ihtara ne hacet, a beyim. Şimdi bunu?
Maamafih yeniden bakalım dikkatle:
Hükmü kat’i verelim, etmeye gelmez acele.
– Çağırın hastayı gelsin.
– Kapının perdesini,
Açarak girdi o esnada düzeltip fesini,
Bir uzun boylu çocuk… Lakin o bir levha idi..!
Öyle bir levha-i rikkat ki unutmam ebedi,
Rengi uçmuş yüzünün, gözleri çökmüş içeri.
Elmacıklar iki baştan çıkıvermiş ileri.
O şakaklar göçerek cepheyi yandan sıkmış;
Fırlamış alnı, damarlarla beraber çıkmış,
Betbeniz kül gibi olmuş uçarak nur-i sebab;
O yanaklar iki solgun güle dönmüş, bitab!
O dudaklar morarıp kavlamış artık derisi;
Uzamış saç gibi kirpiklerinin her birisi!
Kafa yük gibi kesilip boynuna, çökmüş bağrı;
İki değnek gibi yükselmiş omuzlar yukarı.

– Otur oğlum seni dikkatlice bir dinleyelim…
Soyun evvelce, fakat…
– Siz soyunuz yok halim!
Soydu biçareyi üçbeş kişi birden, o zaman
Aldı bir heykeli urya-i sefalet meydan
Yok bu kemik külçesinin dinlenecek bir ciheti:
“Bakmasak hastayı nevmid ederiz belki” diye;
Çocuğun göğsüne yaklaştım biraz dinlemeye:
Öksür Oğlum… Nefes al… Oldu, giyin;
Bakayım nabzına… A’lâ… Sana yavrum, kodein
Yazayım, öksürüyorsun, O, keser, pek iyidir…
Arsenik hapları al, söylerim eczacı verir.
Hadi git, kendine iyi bak…

– Nasıl ettin doktor?
– Edecek yok, çocuk artık yola girmiş, gidiyor!
Sol taraftan rienin zirvesi tekmil çürümüş;
Hastalık seyr-i tabiisini almış yürümüş.
Devri salisteki asarı o mel’un marazın
Var tamamiyle, değil hiçbir eksik arazın.
Bütün a’raz, şehikiyle, zefiriyle…
– Yeter !
Hastanın çehresi meydanda! İnsanda meğer
Olmasın his denilen şey… O değil, lâkin biz
Bunu “Tebdil-i hava” der de nasıl göndeririz?
Şurda üçbeş günü var… Gönderelim yolda ölür….
“Git!” demek, hem, düşünürsek ne büyük bir zuldür!
Hadi göndermeyelim… Var mı fakat imkânı?
Kime derd anlatırız? Bulsan a derde anlayanı!
– Sözünüz doğru, Müdür bey; ne yapı yapmalı; tek
Bu çocuk gitmelidir. Çünkü eminim, pek pek,
Daha bir hafta yaşar, sonra sirayet de olur;
Böyle bir hastayı gönderse de mektep ma’zur.
– Bir mubaşşir çağırın.

– Buyrun efendim.
– Bana bak :
Hastanın gitmesi herhalde muvafık olacak.
“Sana tebdil-i hava tavsiye etmiş doktor.
Gezmiş olsan açılırsın…” diye bir fikrini sor.
“İstemem!” de o fakat dinleme, iknaa çalış;
Kim bilir, belki de biçare çocuk anlamamış?
***
– Şimdi tebdil-i hava var mı benim istediğim?
Bırakın halime artık beni, rahat öleyim!
Üç buçuk yıl bana katlandı bu mektep, üç gün
Daha katlansa kıyamet mi kopar? Hem ne içün
Beni yıllarca barındırmış olan bir yerden.
“Öleceksin!” diye koğmak? Bu koğulmaktır. Ben,
Kimsesiz bir çocuğum nerde gider yer bulurum?
Etmeyin sokaklarda perişan olurum!
Anam ölmüş babamın bilmiyorum hiç yüzünü;
Sanki atîdeki mevhum refahım giderek,
Onu çalkandığı hüsranlar, içinden çekecek!
Kardeşim kurduğun amali devirmekte ölüm;
Beni göm hurfe-i nisyana, ben artık öldüm!
Hangi bir derdim için ağlıyayım, bilmiyorum.
Döktüğüm yaşları çok görmeyiniz; mağdurum!
O kadar sa’y-i beligin bu sefalet mi sonu?
Biri evvelce eğer söylemiş olsaydı bunu,
Çalışıp ömrümü çılgınca heba etmezdim,
Ben bu müstakbele mazimi feda etmezdim!
Merhamet bilmeyen insanlara bak, Yarabbi,
Koğuyorlar beni bir sail-i avere gibi!
– Seni bir kerre koğan yok, bu sözün pek haksız.
“İstemem yollamayın” dersen eğer, kal, yalnız…
Hastasın…
– Hem Verem’im! Söyle, ne var saklayacak!
– Yok canım, öyle değil…
– Öyle ya herkes ahmak,
Bırakırlar mı, eğer gitmemiş olsam acaba?
Doğrudur gitmeliyim… Koşturunuz bir araba.

Son sınıftan iki vicdanlı refikin koluna
Dayanıp çıktı o biçare, sefalet yoluna.
Atarak arkaya bir lemba-i lebriz-i elem,
Onu teb’id edecek paytona yaklaştı “Verem”!
Tuttu bindirdi çocuklar sararak her yerini,
Öptüler girye-i matem dökerek gözlerini;
– Çekiver doğruca istasyona…
– Yok, yok, beni ta,
Götür İstanbula bir yerde bırak ki; guraba,

– Kimsenin onlara aldırmadığı bir sırada –
Uzanıp ölmeye bir şilte bulurlar orada!

8 Küfe şiiri Mehmet Âkif Ersoy ŞiirleriMehmet Âkif Ersoy
1230 kez okundu0

Beş on gün oldu ki, mu’tâda inkıyâd ile ben
Sabahleyin çıkıvermiştim evden erkenden.
Bizim mahalle de İstanbul’un kenârı demek:
Sokaklarında gezilmez ki yüzme bilmiyerek!
Adım başında derin bir buhayre dalgalanır,
Sular karardı mı, artık gelen gelir dayanır.
Bir elde olmalı kandil, bir elde iskandil,
Selâmetin yolu insan için bu, başka değil!
Elimde bir koca değnek, onunla yoklayarak,
Önüm adaysa basıp, yok, denizse atlayarak,
Ayakta durmaya elbirliğiyle gayret eden,
Lisân-ı hâl ile amma rükûa niyyet eden-
O sâlhurde, harâb evlerin saçaklarına,
Sığınmış öyle giderken, hemen ayaklarına
Delîlimin koca bir şey takıldı… Baktım ki:
Genişçe bir küfe yatmakta, hem epey eski.
Bu bir hamal küfesiymiş… Aceb kimin? Derken;
On üç yaşında kadar bir çocuk gelip öteden,
Gerildi, tekmeyi indirdi öyle bir küfeye:
Tekermeker küfe bîtâb düştü tâ öteye.
-Benim babam senin altında öldü, sen hâlâ
Kurumla yat sokağın ortasında böyle daha!
O anda karşıki evden bir orta yaşlı kadın
Göründü:
-Oh benim oğlum, gel etme kırma sakın!
Ne istedin küfeden yavrum?Ağzı yok, dili yok,
Baban sekiz sene kullandı… Hem de derdi ki: “Çok
Uğurlu bir küfedir, kalmadım hemen yüksüz… ”
Baban gidince demek kaldı âdetâ öksüz!
Onunla besliyeceksin ananla kardeşini.
Bebek misin daha öğrenmedin mi sen işini?”
Dedim ki ben de:
Ayol dinle annenin sözünü…
Fakat çocuk bana haykırdı ekşitip yüzünü:
-Sakallı, yok mu işin? Git, cehennem ol Şuradan!
Ne dırlanıp duruyorsun sabahleyin oradan?
Benim içim yanıyor: Dağ kadar babam gitti…
-Baban yerinde adamdan ne istedin şimdi?
Adamcağız sana, bak hâl dilince söylerken…
-Bırak hanım, o çocuktur, kusûra bakmam ben…
Adın nedir senin, oğlum?
-Hasan.
-Hasan, dinle.
Zararlı sen çıkacaksın bütün bu hiddetle.
Benim de yandı içim anlayınca derdinizi…
Fakat, baban sana ısmarlayıp da gitti sizi.
O, bunca yıl çalışıp alnının teriyle seni
Nasıl büyüttü? Bugün, sen de kendi kardeşini,
Yetim bırakmıyarak besleyip büyütmelisin.
-Küfeyle öyle mi?
-Hay hay! Neden bu söz lâkin?
Kuzum, ayıp mı çalışmak, günah mı yük taşımak?
Ayıp: Dilencilik, işlerken el, yürürken ayak.
-Ne doğru söyledi! Öp oğlum amcanın elini…
-Unuttun öyle mi? Bayramda komşunun gelini:
“Hasan, dayım yatı mekteplerinde zâbittir;
Senin de zihnin açık… Söylemiş olaydık bir…
Koyardı mektebe… Dur söyleyim” demişti hani?
Okutma sen de hamal yap bu yaşta şimdi beni!

Söz anladım uzun, hem de pek uzun sürecek;
Benimse vardı o gün birçok işlerim görecek;
Bıraktım onları, saptım yokuşlu bir yoldan,
Ne oldu şimdi aceb, kim bilir, zavallı Hasan?

Bizim çocuk yaramaz, evde dinlenip durmaz;
Geçende Fâtih’e çıktık ikindi üstü biraz.
Kömürcüler kapısından girince biz, develer
Kızın merâkını celbetti, dâima da eder:
O yamrı yumru beden, upuzun boyun, o bacak,
O arkasındaki püskül ki kuyruğu olacak!
Hakîkaten görecek şey değil mi ya? Derken,
Dönünce arkama, baktım: Beş on adım geriden,
Belinde enlice bir şal, başında âbâni,
Bir orta boylu, güler yüzlü pîr-i nûrânî;
Yanında koskocaman bir küfeyle bir çocucak,
Yavaş yavaş geliyorlar. Fakat tesâdüfe bak:
Çocuk, benim o sabah gördüğüm zavallı yetim…
Şu var ki, yavrucağın hâli eskisinden elim:
Cılız bacaklarının dizden altı çırçıplak…
Bir ince mintanın altında titriyor, donacak!
Ayakta kundura yok, başta var mı fes? Ne gezer!
Düğümlü alnının üstünde sâde bir çember.
Nefes değil o soluklar, kesik kesik feryad;
Nazar değil o bakışlar, dümû-i istimdad.
Bu bir ayaklı sefalet ki yalnayak, baş açık;
On üç yaşında buruşmuş cebin-i safi, yazık!
O anda mekteb-i rüşdiyyeden taburla çıkan
Bir elliden mütecaviz çocuk ki, muntazaman
Geçerken eylediler ihtiyarı vakfe-güzin…
Hasan’la karşılaşırken bu sahne oldu hazin;
Evet, bu yavruların hepsi, pür südud-i şebab,
Eder dururdu birer aşiyan-ı nura şitab.
Birazdan oynıyacak hepsi bunların, ne iyi!
Fakat Hasan, babasından kalan o pis küfeyi,
-Ki ezmek istedi görmekle reh-güzarında-
İlel’ebed çekecek dûş-i ıztırarında!
O, yük değil, kaderin bir cezası ma’sûma…
Yazık, günahı nedir, bilmeyen şu mahkuma!

9 Canım İstanbul şiiri Necip Fazıl Kısakürek ŞiirleriNecip Fazıl Kısakürek
884 kez okundu0

Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar;
Onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar.
İçimde tüten birşey; hava, renk, eda, iklim;
O benim, zaman, mekan aşıp geçmiş sevgilim.
Çiçeği altın yaldız, suyu telli pulludur;
Ay ve güneş ezelden iki İstanbulludur.
Denizle toprak, yalnız onda ermiş visale,
Ve kavuşmuş rüyalar, onda, onda misale.

İstanbul benim canım;
Vatanım da vatanım…
İstanbul,
İstanbul…

Tarihin gözleri var, surlarda delik delik;
Servi, endamlı servi, ahirete perdelik…
Bulutta şaha kalkmış Fatih’ten kalma kır at;
Pırlantadan kubbeler, belki bir milyar kırat…
Şahadet parmağıdır göğe doğru minare;
Her nakışta o mana: Öleceğiz ne çare?..
Hayattan canlı ölüm, günahtan baskın rahmet;
Beyoğlu tepinirken ağlar Karacaahmet…

O manayı bul da bul!
İlle İstanbul’da bul!
İstanbul,
İstanbul…

Boğaz gümüş bir mangal, kaynatır serinliği;
Çamlıca’da, yerdedir göklerin derinliği.
Oynak sular yalının alt katına misafir;
Yeni dünyadan mahzun, resimde eski sefir.
Her akşam camlarında yangın çıkan Üsküdar,
Perili ahşap konak, koca bir şehir kadar…
Bir ses, bilemem tanbur gibi mi, ud gibi mi?
Cumbalı odalarda inletir “Katibim”i…

Kadını keskin bıçak,
Taze kan gibi sıcak.
İstanbul,
İstanbul…

Yedi tepe üstünde zaman bir gergef işler!
Yedi renk, yedi sesten sayısız belirişler…
Eyüp öksüz, Kadıkoy süslü, Moda kurumlu,
Adada rüzgar, uçan eteklerden sorumlu.
Her şafak Hisarlarda oklar çıkar yayından
Hala çığlıklar gelir Topkapı sarayından.
Ana gibi yar olmaz, İstanbul gibi diyar;
Güleni şöyle dursun, ağlayanı bahtiyar…

Gecesi sünbül kokan
Türkçesi bülbül kokan,
İstanbul,
İstanbul…

10 Beyoğlu’ndan Dolmabahçe’ye Taşınan Bir Aralık Akşamı şiiri Yılmaz Erdoğan ŞiirleriYılmaz Erdoğan
774 kez okundu0

Sus pus olmuş, puslu bir İstanbul muydu yüzün, yoksa
çok bildik hüzünler mi taşınmıştı yüzüne
Dolmabahçe’de, çay tadında….
Divit ucuyla yazılmış bir aşkın sureti vardı avuçlarında,
tarih bir başka iklimin kıvamını gösteriyordu.
Ben rehnedilmiş yelkovan gibi… hani akrep’i seven ama
yüreği takvim yokuşlarında….

Sinemada elinin elimde terleyişinin bir anlamı olmalı,
sesinin sesimde yankılanmasının.. sanki perdedekine
üzülmüş ya da sevinmişsin de tesadüfen akmış yüzün
içime.. Yalan! Sen perdeye bakıyorsun, fikrin benim
seyir defterimde.. ve ben amerikanca bir filmi kürtçe
seyrediyorum…

Kadın, Beyoğlu’nun bir kış akşamında,
üstündeki deri montun sahibine küs, soğukluğundan
muzdarip yürüyordu.. Adam da.. Yürümek hiçbir şeyi
çözmüyordu, bazı Aralık akşamlarında… Parmağında
yaralı bir öyküyü taşıyordu adam.. Kadının yüzünde
bir hüzün… Hüzünlü aralık akşamında bir yüzük…
Yüzüğün yüzünde dünya güzeli bir kadının kehaneti..
.. Soğuğun ve karanlığın vehameti!

Hayatı, bir başkasının pantolunu gibi, küçültülmüş,
daraltılmış.. İlk sahibinin o pantolonla yaşadığı şeyler,
yani pantolonu pantolon yapan anılar, bazı ilkbahar
bereleri yüzünden yapılan yamalar, ter tüketen
yazlar… Hepsi daraltılmış.. Yaşananlara bir beden
büyük geliyor artık hayat!

Bir aşkı paylaşmak için çok geç, bir paylaşıma aşık
olmak içinse erken.. Beni sevda yerimden vurdu yine
zaman.. Şimdi sana söylenecek tek cümle:

Bende sana yetecek kadar ben kalmadı…

11 Diğin Gibi Değil şiiri Yılmaz Erdoğan ŞiirleriYılmaz Erdoğan
871 kez okundu0

bizi bilirsin
avuçla su içmeyi
marifet biliriz,
yenilmeyi bir de
kendi sahamızda..

bizi bilirsin
saçımızı ıslatmayı fiyaka biliriz.
limonla!
tespih yaparız,
düş kırıklarından..

bizi bilirsin
ağzının içinde oturmak isteriz.
ve rutubetin en yakıştığı yer biliriz
ağzını..

bizi bilirsin,
yaşamak biliriz,
vademiz dolduğunda
avuçlarına gömülmeyi..

Ocak 96
İzmir-İstanbul

12 İmgesi Kendinden Kalın şiiri Yılmaz Erdoğan ŞiirleriYılmaz Erdoğan
652 kez okundu0

orada
bizans
orada
topkapı ve surlar
ve rutubet, aslanım!
şimdiki zamanlarda aklım
geniş zamanlardaki
rehavet!

şiirdik bütün aşkşamları
seninle
saçından bir dal düştü
yüzünün en ıssız yerine

yine sen
ve yine sizlik
sensiz artık bu şehir
faşistanbul!

Nisan 1994