saat kulesinin ışığı vagonun camlarına
vuruyordu
camlarda
buzdan
orkide ve menekşeler
silince buğusunu
senin yüzün çıkıyordu.
bir gece yarısı
yabancı bir şehirde,
bir gece yarısı treninde
senin yüzün.
ilerde petrokimyanın bacalarından
yepyeni bir telaş yükseliyordu
gökyüzüne doğru
alevlere karışan
denizde
tomruklar yüzüyordu
bir sokak feneri
hiç görmediğim bir gezgin bulut
mavi
kayan bir yıldız
yolculuk hazırlığında
uçuşan
rüzgar damlaları
sekip üstünden suların
bir çocuk gibi
yeni bir simya
yeni bir hayat.
tren kalkmak üzereydi
ve saat kulesinin sarı ışığı
hâlâ vagonun camlarına vuruyordu
elleri kelepçeli bir güzü
hatırladım
belki yerine varamamış bir mektuptu
belki bir allahaısmarladık
belki suskun karların örttüğü
bir yalnız iğde ağacı
belki devrilmiş bir çınar
çatlamış bir testi
çatlamış bir yürek
eski bir aşk
hiçbir şeydi belki.
o zamanlar ben
içinden trenler geçen
bu şehirde yaşamazdım
fabrika düdükleri
çan çan sesleriyle
yağmurda hep ıslak bu şehirde
güz yoldaşın olsun derdim
eylülse arkadaşın
yağmuru
ve kitapları al yanına
bir de yüreğini sadece.
kimi şeyler vardır
o an yazılamaz
söylense,
söz sözün boşluğunda kalır
bir söğüt düşünün gölgesiz
bir yarın düşünün bugünsüz
bir şarkı yankısız
bir aşk düşünün
anısız.
ey hayat onu bana bağışla
yırtıp atayım
bütün şiirlerimi
ne boşnakça konuşayım
ne brahmsı dinleyeyim
ey hayat onu bana bağışla
düşmesin ardıma
ölü bir kadın yüzü
razıyım çağdaş bir derviş gibi
türküler söylemeye
oturduğum şu ağaç kütüğü
fırtınalarda kumlar
terk edilmiş âşıklar
sarhoşlar ve serseriler
için
razıyım
türküler söylemeye.