Biliyorum bu vakitte
Zorlanıyor göğsün ta derinden
Sormak zorunda olduklarından
Herman Hesse(1)
Soru işaretini kesik koluna çengel yapan, bir gözü kara bantla kapalı korsan, açıldı kaybedene kadar karayı. Şair olduğu söyleniyor; elini çengelle değişmesini, arama ihtirasına, gözünün birinden vazgeçmesini, tek gözle daha iyi nişan almasına bağlayanlar var. Mahrum kalınan her şeyin, yerine mahrum kalınan başka bir şeyi bırakarak, yokluğunu varlığa çevirdiğini söyleyenler de. Soru sormanın cevap vermekten kolay olduğunu düşünenler yanılıyorlar. Yanılıyorlar; çünkü sormak, emmektir yılanın soktuğu yeri, emmek yeşil yarayı iğrenmeden, sonra tükürmek o kanlı zehri!
“Yaşam, gerçekten ne zaman yaşamımız oldu bizim?
biz gerçekten ne zaman biz olduk? ”
Octavio Paz(2)
“Ah kimden, kimden bize hayır var? ”
Rilke(3)
“İnsanı sözcüklerle, anlamlarla dayanılmaz bir güreş
Karşısında bırakan. Şiirin önemi yok,
İnsanın umduğu kadar değil
Çoktan beri aranan şeyin değeri ne?
Değeri ne çoktan özlenen sessizliğin, sonyaz erincinin
Değeri ne yaştaki bilgeliğin! Aldattılar mı bizi…”
T. S. Eliot (4)
“Öyle gelir ki bana, uyumak yeğdir böyle yoldaşsız olmaktan
Böyle beklemekten; ve ne yapmak ve ne söylemek gerek bu arada
Bilmem; hem neye yarar ozanlar yoksunluk zamanında.”
Hölderlin(5)
***
“Eski mutlu kıyılar”(6) için kendi kıyılarını terkediyor Hölderlin ve açılıyor denize. Gözün karasını, aklın karasına tercih ediyor. “Bizim olanı arayalım ne kadar uzaksa da”(7) mısrasıyla demir alıyor yurdundan. “Ozanın ozanı”(8) , “kalıcı olan”(9) ın peşine düşüyor yoksunluğunun farkına varıp. Bir yandan akılla inancı uzlaştıramayan protestan ilâhiyatının papaz cüppesini asıp, eski Yunan’ın mitolojik tanrılarında insanı arıyor, öbür yandan şairi Tanrı’yla insanlar arasında bir rahip gibi görerek “İnsana” kim? ” olduğunu ve “neye tanıklık edeceğini” hatırlatıyor. Dili sırf bu yüzden “mülklerin en tehlikelisi” olarak tanımlıyor Hölderlin. Yaşadığı çağın insanına ne kadar dil dökse de, sesi gürültüye karışıyor ve kimse duymuyor onu. Yaşarken çok az tanınıyor, öldükten sonra yüzyıl geçmesi gerekiyor tanınmak için. 20. Yüzyılın başlarında geriye dönüyor dünyaya “eski mutlu kıyılar”dan. Bir yoksunluk çağında unutulup, bir başka yoksunluk çağında gözlerini açıyor. Bu “sığ” ve “bayağı” çağ sırf bu soruyu yeniden sorsun diye çağırmıştır Hölderlin’i belki, delirse de ondan akıl almak istemiştir:
“…Ve ne yapmak ve ne söylemek gerek bu arada
Bilmem; hem neye yarar ozanlar yoksunluk zamanında”
Bir şairin sözlerine kim kulak verir, sustuğunda matem tutulmazsa(10) . Zevk Çağı’nın insanı ne cevap verebilir bu zehirli soruya! “Körün Parmak Uçları”nın ozanına gelince; o, karanlığın -yani yoksunluğun- kara memelerini emerek büyüdüğünü düşünür şiirin. Körün parmaklarının daha keskin gören gözlere dönüştüğüne, etkinin etkenlerin çoğalmasıyla değil, azalmasıyla güçlendiğine inanır. Ona göre, bir şey vardır daha müthiş, bir şeye sahip olmaktan. Dilin uçurumundan düşmeden tanıklık edilecek bir şey. Şairin yapabileceği de olsa olsa tanıklıktır şiiriyle. Yoksunluk zamanında her siperi, her çalıyı, her barikatı tanık kürsüsü yapmaya çalışmaktır. Dilin uçurumundan yuvarlanmadan tanıklık yapmanın ödülü ise ilahî ile insanînin birleşmesiyle ortaya çıkacak büyük şiirdir.(11)
(1) Bugün Değil’den
(2) Güneş Taşı’ndan
(3) Duino Ağıtları’ndan
(4) Doğu Coker’den
(5) Ekmek ve Şarap’tan
(6) Beni eski
Mutlu Kıyılara bağlayan
Nedir ki, yurdumdan
Daha çok seviyorum onları? (Hölderlin)
(7) Ekmek ve Şarap’tan
(8) “Ozanın ozanıdır Hölderlin bizce” (Heidegger)
(9) “Fakat kalıcı olanı ozanlar kurar.” (Hölderlin)
(10) “Bırak beni haykırayım, susarsam sen matem et
Unutma ki şairleri haykırmayan bir millet
Sevenleri toprak olmuş öksüz çocuk gibidir.” (Mehmet Emin Yurdakul)
(11) “Büyük şiir, ilâhî ile insanînin içten birleşmeleridir.” (Hegel)
MERDİVENŞİİR
MART – NİSAN 2005
SAYI 2