Hep duldalı güz şarkıları mırıldanır yaşlı kadınlar
Cennetle Cehennem arasındaki A’râf’ta
İlkbaharları, yazları geçmiştir ömürlerinin
Kışları birer buz çiçeğidir tozlu rafta
Arada bir yürek kıpırdamasın deli deli
Kaşlar biraz divanîdir, gözler biraz celî
Eski aşklar ki kurutulmuş çiçekler misâli
Uçuşup dururlar etrafta
Kimi çiçek tomurcuğu, kimi bir kar topağı
Kimi hep çile pişirmiş ve kapatmış kapağı
Çok umur görmüşleri vardır ki bir yol sapağı
Sanırsınız acele etmişler ömrü israfta
Kimi tesbihini çeker, kimi Kur’an’ını okur
Kimi gönül gergefinde ezgiler dokur
Kiminin yüreğinde hâlâ bir kınalı keklik şakır
Her genç kız kendi sonunu görür bu fotoğrafta
Çokları hiç görmedikleri denizlere açılmamak için
Her sabah güneşle birlikte yeniden yakarlar gemilerini
Oyalı mendillere düğümleyip aşk yeminlerini
Issız bir liman ararlar mushafta
Dudaklar sigara kâğıdı, parmaklar kamış
Gözler ürkek ceylan gözleri, renkli hülyâlara dalmış
Sonunda şişedeki iksir uçmuş, boş şişe kalmış
Simurg gönülleri kanat çırpar Kaf’ta
Garip bir cemahir, kadîm bir resimdir gördüğüm
Say deseler sayamam isim isim, bir kör-düğüm
Kendi sesim yankısız bir mermidir namluya sürdüğüm
Bir mermi ki dönüp dönüp beni vurur hergün, her hafta.
Bahaeddin KARAKOÇ