Aşk Şiirleri

1 Fatma Sedef şiiri Alper Gencer ŞiirleriAlper Gencer
668 kez okundu0

Kız çocuğu sahibi olmak sünnettir. İnsan, kızının yüzünü dünya gözüyle görene kadar, bu sünnetti gerçekleştirip gerçekleştiremeyeceğinden emin olamıyor. Neden sonra, kızınızı kucağınıza verdiklerinde, “nasip” olduğunu anlıyorsunuz. Ardından bastırıyor bir düşünce; demek ki bütün sünnetler nasiple alakalı! Zaten mürşit diyor ki; “efendinizin izni olmasa, O’nun ismini bile ağzınıza alamazsınız! Hz. Fatıma Annemiz, derler ki, Resulullah’ın dünyada en sevdiğiymiş. “O hem annemdi, hem kızımdı” diye buyurarak, “babasının annesi” lakabı da bu hadisten ileri geliyor.

“Ehl-i Beyt” ağacını resmedenler; Hz. Fatıma Annemizi kök, Hz. Ali efendimizi gövde, güzeller güzeli Hz. Hasan ve Hz. Hüseyn’i de meyve olarak çizerler. Tasavvufta Hz. Fatıma Annemiz, “Hakikat-i Muhammediye”dir, yani Hz. Muhammed’in hakikati, Hz. Fatıma Annemiz üzerinedir. Resulullah’ın soyu da, Hz. Fatıma Annemiz üzerinden yürümüştür zaten. Sedef, görünen kabuktur. Tıpkı bizim çamurdan yaratılan suretimiz gibi bir kabuk… Sedef rengini sevmeyeni tanımadım. Denizlerin dibini ve o dibin de dibini çağrıştırır. Sanki saklı olanın hevesini karıştırır. Hani birini görür ve onun kalbinin güzelliğiyle vurularak, “inci gibi bir kalbi var! ” dersiniz ya. Aslında o inciyi görmezsiniz, görmezsiniz sadece sezersiniz ya. İşte o inciyi de, o kalbi de size düşündürten Sedef’tir. Kabuğunuz bir Sedef gibi görünürse, herkes kalbinizde bir inci var sanır! Kabuğunuz Sedef gibi görünürse, zaten bu kalbinizdeki incinin yansımasıdır!

Allah salih kullarından eylesin, bir kızım ol’du.

Evet, Allah ol dedi oldu, öl dedi mi ölecek. Amaaan, her şey Allah’ın bir ol’una bakıyor işte. Biz niyet ettik, biraz dua ettik/gayret ettik, hem kendimiz için, hem de olmayan için niyaz ettik, nasip oldu bir şekilde. Allah nazarlardan korusun, bu yazıyı okuyanın da bir dua ve bir Maşallah borcu olsun! İsmi Fatma Sedef… Derler ki, yeni doğan bebekler isimleriyle gelirler. Sakın onlara isimlerini siz koyuyorsunuz sanmayın, onlar Allah’ın katındaki isimleriyle adaş nefeslenirler. Manası ayyuka çıksın için hakiki isimlerinin (ayan-ı sabite) , evet sırf bunun için yaşarlar bu sürgün diyarını. Peygamberin ziyaretine nail olmuş bu dünya, ne mümkün tümden kötü bir yer ola! Ne mutlu, O’nun manasının içine dolana!

Fatma Sedef, Resul’ünün yoluna kurban olsun inşallah! Cennette efendisine “baba” diyecek Hz. Fatıma Annemiz gibi olsun inşallah! Hz. Ali gibi bir kocası, dostu, kardeşi, aşkı olsun inşallah! Hz. Ebubekir kadar sadık, Hz. Ömer kadar adaletli, Hz. Osman gibi edepli olsun inşallah! Bize bir çocuk verdi Allah, versin vermediğine de inşallah! Bizi bu çocuğun sevdasına zebun etmesin Allah, aşkına vesile kılsın inşallah! Bizi imtihan eden ve edecek olan Allah, yükü kaldıracak kuvveti de bahşeder inşallah! Biz bir söz söyledik Pir’imiz aşkına, bir söz verdik Resul’ün aşkına, ne mutlu bizi aşkına giriftar eden Allah’ın aşkına…

Dünyaya Yeni Söz Gazetesi, 26.06.2011

Alper Gencer

2 Suriyeliliklerime Kadar Islanıyorum! şiiri Alper Gencer ŞiirleriAlper Gencer
561 kez okundu0

Son birkaç haftayı, Suriye’de yaşanan katliamları seyrederek geçirdim. En ağırı bu olsa gerek; bir katliamı elin kolun bağlı bir şekilde seyrediyor olmak. Ömrümde görmediğim vahşilikte savaş aletleri, yarılan kafatasları ve onların içinden dışarı çıkan beyinler, kopan ve dağılan uzuvlar, öldükten sonra bile işkencesi sona ermeyen, tekmelenen, kesilen cesetler, bütün sokakları boyayan kan, üst üste yığılan, istif edilen insan ölüleri… Kanımızı bir çırpıda donduracak ne varsa, şu an Suriye’de! Kalbimizi paramparça edecek ne varsa, aklımızı kaçırtacak, öfkemizi bir cinnete döndürecek ne varsa, hani ne kadar zalim ve ne kadar mazlum varsa, sanki şu an Suriye’de!

Niye mi? Bu sorunun izaha gelir bir yanı yok! Dünyanın en doğru yahut en yanlış fikri/inancı bile izlediklerimi gerektirecek bir karşılık bulamıyor bende. Düpedüz insanlıktan çıkan, yani şerefini ve itibarını kaybetmiş bir grubun, ruhunu şeytana satmasıdır bu!

Rejim, ne berbat bir kelime! Kendini yek doğru ilan eden ve herkesin de kendi gibi düşünmesini ve inanmasını isteyenleri ömrümce anlamadım. Ki Allah, elçilerine bile inandırma yetkisini vermemişken, hakikat sahibinin görevi apaçık tebliğden ibaretken; bu yaşanan zulmü, herhangi bir ülkünün yahut inancın bir parçası sayabilir miyiz, Allah aşkına! ?
Olsa olsa bir erk istenci, bir iktidar bağımlılığı, bir sermaye bezirgânlığı, yahut en acıklısından yezidlik olabilir bu!

Kısaca –ki uzatmaya pek de lüzum yok! – her zamanki gibi bir toplum, ve kendini toplumun sahibi bellemiş bir elit grup, ve onun karşısında ezilen bir halk, ve onun içinde çoğalan yoksulluk ve isyan, ve onun karşısında artan şiddet, ve onun karşısında güçlenen devrim bilinci, ve onun karşısında fışkıran zulüm, ve onun karşısında yılmayan, pes etmeyen, geri dönüşü olmayan bir devrim yolculuğu, yaşanan tüm bu rezil/pespaye duruma rağmen korkmayan, başındakini devirmeye ant içmiş, can koymuş bir güzel cüret, oluk oluk akan kan, göz yaşları, çığlıklar, vesaire, vesaire…

Katledilenlerin hepsi, hakikat için savaşan devrim muhafızlarıdırlar! Karşı geldikleri vesayet rejimi, militarist ve kendi dinamiklerini putlaştıran bir zihniyetin ürünüdür. Öyle ki bu zalim rejim, Esad’ın ağzından iyi niyetle çıkan “reform” vaadine bir tepki olarak doğup büyüyen, dayatma ve zorbalıkla bütün pürüzleri giderebileceğini zanneden bir zavallılıktadır. Oysa ne Suriye’de, ne bizim ülkemizde, ne de dünyanın başka bir ülkesinde artık reddedilemeyecek bir gerçeklik varsa o da şudur; dayatmacılık ve zorbalık, uzun vadede kendi sonunu hazırlayan bir yönetim biçimidir.

Suriye’de yaşanan vahşetin, kendini bu denli zifiri bir hale sokmasının temel sebebi, işlerin artık geri dönüşsüz bir noktaya gelmiş olmasıdır. Her iki taraf da, pes edecek olursa, kazanmak yahut kaybetmemek için uğraştığı “gücü”, tekrar elde edemeyeceğini düşünüyor. Halk, onca yıldırma harekâtına rağmen, her geçen gün daha büyük kalabalıklarla çıkıyor sokaklara. Rejim, onca katliama rağmen, daha büyük katliamlar yapmaya devam ediyor.

Bu vahşi katliamların kaçınılmaz bir neticesi olarak, Suriye’den ülkemize sığınan mültecilerin sayısı gün be gün artıyor. Türkiye’yi bir kardeş, bir kurtarıcı olarak belliyorlar. Aynı toprağın insanı olduğumuz gerçeği, tarihin ve geleneğin dip derinlerinden su yüzüne çıkmaya başlıyor. Elbette, sığınanı Müslüman bir insiyakla emanetimiz olarak bağrımıza basmamız boynumuzun borcu, ki öyle yapıyoruz!

Ama dahası da olmalı! Hemen yanı başımızda cereyan eden bu katliamın seyircisi olmak, Kerbela şahidi olmak gibi bir duygu! Bu duygudan bir an evvel kurtulmalıyız. Yani seyredip kederlenmekten öteye geçmeli, gerekirse bir gemi de Suriye’ye kaldırmalıyız! Şimdiden, Suriye sınırına giderek, mülteci kardeşlerimize destek veren gruplar mevcut. Bu gruplar daha da çoğalmalı! Suriye’deki devrimcilere ve bütün dünyaya, onların yanında olduğumuzu göstermemiz lazım! Mazlumun yanında durmak, zalime Hakkı göstermemiz lazım! Hatta bana kalırsa, aramızdaki şu sınırı kaldırıp atmamız lazım!

Devrim, ne güzel bir kelime!

Dünyaya Yeni Söz Gazetesi, 19.06.2011

Alper Gencer

3 Şirk Edenler İçin Tövbe Euzubillah! şiiri Alper Gencer ŞiirleriAlper Gencer
647 kez okundu0

ben
kalbimle secdenin yerini değiştirmeye gidiyorum
el ve taş ve şeytan
nefsimle beraber sokağa oynamaya çıkıyorlar
sen ve seni ve seviyorum
mahrem bir denklem olarak evde kalıyorsunuz
günlerden cuma
bugün vertigosu olan bir yetim için dünyayı durdurmalıyım
şehri şerheden şahane bir yağmur vururken kaldırımlara
gel de cuma mesailerine saldır ayalarımla
gel bileklerimi soy omuzlarımdan
gel kayboluşlar söyleyen kara bir dudaksa da zenci
nasıl olsa güney atlantik ve angola
güneş batarken hepimizden daha köktendinci

yaşamak bir avurt kadar içerimdedir
bensiz durmaktadır orada
onunla ancak güzel bir fotoğrafımız olabilir
o fotoğrafa bakıp ağlayabiliriz mesela
seni tarih atabilirim zenciliğimin miladına
şuramda izin duruyor hala
ve yağmurlu yüzün yüzünden
boynunun yoldan çıkarak
gözlerinin kalbimde attığı taklalar…
sana doğru kambura yatarak
öpemeyeceğim bir uzaklıkta durur yaşamak
ve sana dokunmam beni son duraktan önce indirir
sana dokunamam
çünkü yaşamak bir avurt kadar içerimdedir
çünkü bana kalırsa cennet
kendilerini avurtlarından öpebilenlerindir.

ben zenciyim
çöle kara bir seccadeyle saplandım
bu çölü geçersem seni susuz bir dudakla öldüreceğim
seni geçemezsem bu çölde bir başıma delireceğim
çektiğim tespih ipini kopardı
parmaklarımı aç kalan çöl aslanına
avuçlarımla kendim yedirdim
-uysal hayvanlara zaafım var
insanlara hiç benzemiyorlar-
biliyorum seni sevmem beni de yırtıcı kılıyor
ama sen beyazsın diye ben zenci değilim
sen varsın diye kara bir deriyle kaplandım
hatta sen
bu çağa tüfek sevkiyatını yaparken
benden bir zenci olarak iltihaplandın
seni de kandırdım ben de kandım
bir zenci ve bir beyaz olarak
yanyana ancak böyle durabilirdik sandım

ben
kalbimle secdenin yerini değiştirmeye gidiyorum
zenciyim kanı beş para etmeyen bir zenci
kaburgalarımı kırdım göğüs kafesim düştü
Hak ve Resul ve Murteza
benimle yeniden görüştü
bana bir şans daha verdiler sevgilim
bütün şalterleri bir bir indirdim
matadorlar kudurup saldırdı boğalara
seyirci ıslıkladı
kaval kemiğime hölderlin fırlattılar
bir kule doğurdu bir kule
bir kule doğurdu bir kule daha
arz kabullenmedi, beni kustu şerrinden
çarmıh çağrılmadıysa İsa neden çıksın ki golgotha’ya?
yaka kartım yok adresime postalanmamış mektup
yakam yok adresim yok ben yokum dediğim sıra
davetiyem düğünün ortasında kendi cebimden çıktı

ben
kalbimle secdenin yerini değiştirmeye gidiyorum
sokağa çıkıyorum… sanki
bizim mahalleye şam valisi olarak atanmış muaviye
herkes sünniyim diyor
ama kimseyi benzetemiyorum efendime
vurdum yokuş aşağı… baktım
bütün arabalar karşıdan geliyor
meğer karşı şeride aktarılmışım
başım yok uzuvlarım plejik
bir yanım zehirlenmiş bir yanımı kesmişler
yalnız kalmak isteyene şarkılar hep trajik
söylenen tüm şarkılar yalnızlığa kesmişler
amaca giden yolda hummalı bir çalışma var
bilmiyorum Allahım senden gayrı amaç mı var! ?
sana yarın ulaşmak isteyen bu amcalar
bugünkü zulmü görüp gözünü kime kapar?
şu koca podyumu süsleyen uranyumu
senin diplerinden çıkarırım Allahım
bir zenci olarak seninle uyumumu
şeytana satacak olursam beni uyar!

ben kalbimle secdenin yerini değiştirdim
anketlerde sonuncuyum çıldıracam sevinçten
sevgilim seni geçtim çöl düştü ismin göçtü
sana artık sevgilim diyemeyeceğim
yalnız peygamberi vardır peygamberi olanın
ve Allah’a secde eden âdemi hiç es geçmez
kalbi başkaya çarpmaz Resul’ü tanıyanın
âdeme eğilmeyen Allah’a secde etmez!

İhtiyar Dergisi, Haziran 2011

Alper Gencer

4 Açlık Çoğunluktadır! şiiri Alper Gencer ŞiirleriAlper Gencer
653 kez okundu0

“gülü çiğdemi filan bırak
sardunyayı karidesi filan bırak
acıyı ve ölümleri bırak
oy pusulalarını ve seçimleri bırak
evet
seçimleri özellikle bırak
çünkü açlık çoğunluktadır”

Turgut UYAR

Kara düzenlerin münevver azınlıkları olur. Karanlık, sanıldığı gibi hızlı yayılan bir şey değildir esasında. Işık susturulur, ışık kıstırılır, ışığın ablukaya alınmasıdır karanlığı bize büyük gösteren. İnsanlık; Gaziantep’te 5 yaşında bir kız çocuğunun, mahalle düğününde kaçırılıp, ırzına geçildikten sonra, ölüsünün bir kenara atıldığı yere kadar alçaldı. İğfal edilen cesedin ortaya çıkmasıysa, polisin, mahalledeki evleri arayacağını ilan etmesinin hemen sonrasına rastlıyor. Katil de, 16 yaşında bir başka çocuk! Neresinden tutarsanız tutun, hakikatle derin bir kontrast yaratacak denli zifiri bir insanlık ahvalidir bu! Işıktan yoksul ve yoksun olmanın makûs neticesi… İmtihanı birdenbire ağırlaştıran bir toplu senet…

Çok satan kitaplar ve çok izlenen filmler, ne kadar da az değiştiriyor insanları! Bu kadar az değiştirdikleri için mi çok tüketiliyorlar? Yoksa bir türlü içselleştirilemedikleri için mi bu kadar az insanın hayatı iyiye doğru eviriliyor? Her ikisi de… Düzen karaysa, çoğunluğun yaptığından caymalı! Bizi iyiye sevk edecek her önerme, emin olun, evvela rahatımızı kaçırmalı! Düzenin böylesi karalar bağlamasına, anaların ağlamasına, çocuk ölümlerinin yürekleri dağlamasına itirazımız var. Var ama bu itirazı, bunca kayıptan sonra, bir bedel ödemeden ortaya koymak pek mümkün görünmüyor bana. Şimdi kaçımız bu bedeli ödemek için cansiperane atılır öne? Pek azımız…

Bize rahat vaat edenler, bu rahatı şimdiye endeksliyorlarsa, o işte bir maraz var. Böylesi bedbin bir halden hemen iyiye doğrulmak, terzinin kumaştan çalmasıyla mümkündür ancak. Kaybettiklerimizin açtığı büyük gedik, uzun sürecek bir tasarrufun milletçe dayanışmasıyla belki kapanabilir. Üretmek -ama taşeronlukla değil! – azınlıktadır.

Siz rahatına düşkün olarak yaşayan insanlar, birer hırsız olduğunuzun farkına varın. Çünkü sizin rahatınız, rahatı kaçan diğer insanlardan çalındı. Tokluğunuzu, sofradan daha doymadan kalkmaya sabitleseydiniz, açlık kendine böylesi bir çoğunluk oluşturamazdı. Şatolarınızın boş odaları, Afrikalı ölümler doğuruyor. Yüzme havuzlarınızı doldurduğunuz suyu, içmek için bulamayan var. Kaçımız doymadan sofradan kalkabiliyor? Pek azımız…

Evet, yine bir seçim bitti ve çok şükür yine azınlıktayız. Azınlıklar arasından bir sofa belki… Öyle ya, kendimize azınlık dediğimiz anda karşısında utanacağımız azınlıklar da var. Şunu iyi belleyelim dostlarım, bütün iyi şeyler, işlerin kötüye gittiği zamanlarda ortaya konur. Bu kadar yanlışın kol kola verip yürüdüğü bir dünyada, iyi şeyler evvela bu yürüyüşü biraz yavaşlatır. Sonrasında o kalabalığı dağıtır. Daha sonra ise, kol kola veren iyilik alır yürür sokaklarda. Azınlıklar hep böyle bir hayalin peşindedirler. Işığı kıstıranla, karanlığı bastıranın savaşıdır bu! Turgut Uyar ile başladık, Turgut Uyar ile bitirelim bari. Bu arada… Senin canın sağ olsun Numan Abi!

“senin ağustos çeşmeleri yüzüne özlemle eğiliyorum
bir karşı durulmaz istek bir telâşla kendiliğinden
bir serin renk anlıyorum aydınlık gözlerinden sorma
sen zenginsin alırım tükenmezsin
Allah gelene kadar sen olursun şiirlerimde bu bir
boş ver kavgalara kuruntu sorunlarına boğuntuya gelme
ben adını demesem de anlıyorsun 300.000
ü ç y ü z b i n
cümbür cemaat aşka abanıyoruz”

Dünyaya Yeni Söz Gazetesi, 16.06.2011

Alper Gencer

5 Hopa’da Mecazı Vurdular! şiiri Alper Gencer ŞiirleriAlper Gencer
583 kez okundu0

“Hopa’ya eşkıyaların indiğini bilmiyordum! ”

Türkiye Cumhuriyeti Resmi Başbakanı

“Hopa’da mecazın öldüğünü bilmiyordum! ”
Türkiye Cumhuriyeti Gayrı Resmi Şairi

Hopa’da olanlar üzerine söyleyeceğim yeni bir söz yok. Söylemek istediğim her şeyi okudum. Yahut okumak istediğim hemen her şeyi yazmışlar diyelim. Bir “seçim saldırısı” sonrası kalp krizi nedeniyle yaşamını yitiren emekli öğretmen Metin Lokumcu’ya Allah’tan rahmet diliyorum. Ailesine de gani gani sabır… Onun ölümünü seyredip susanlara, öldürülmesine mantık uyduranlara ise vicdan ve akıl!

Voltaire’in meşhur sözünü bilirsiniz: “Düşüncelerinize katılmıyorum. Ancak bu düşüncelerinizi özgürce savunabilmeniz adına canımı vermeye hazırım”. Yeryüzünde daha hiçbir yönetim mekanizması, bu adına devlet dense dahi, bu sözü kendi şiarı olarak bellemedi. Devletin bekası, kendi varlığının idamesi adına “küçük pürüzleri” ortadan kaldıradursun; rastgele toprağa vurulan kazmalar, gün geçmiyor ki yeni muhalif kadavralar çıkarmasın ortaya. Devlet, kendine hükmeden iktidarın elinde, Voltaire’in bu meşhur sözünü hep şu zalimlikle telaki etti: “Düşüncelerinize katılmıyorum. Ancak bu düşüncelerinizi özgürce savunmaya devam ederseniz canınızı almaya hazırım! ”

Bu dünyada, ancak zalimler amaçlarına varmak konusunda bu kadar ısrarcıdırlar. Amaçları olsun için, o amaca ters düşen hadiseleri “geçici” olarak yok sayarlar. Gülün dikeni sayarlar karşılarına çıkan “küçük pürüzleri”. Ama esasen o küçük pürüzler, diken değil gülü öldüren başka bir şeydir. Koparmak istedikleri gülle boğuşurlar. Üstleri başları kan içinde kalana değin mücadele ederler gülle. Ama gül direnir, kendini vermez onlara. Sonunda belki boynundan kırarak ellerine alırlar gülü. Alırlar almasına da, o kanlı ellerine aldıkları gül müdür, yoksa gülün ölümü mü?

Mazlumlar ise amaçlarıyla yaşarlar. Amaçlarının güzelliğini geçtikleri yollara üleştirirler. Amaçlarının kokusu, her hareket ile reddedilmez bir rayiha halini alır. Amaca varmak değildir aslolan! Amaca müteallik yaşamak, bu dünya için kâfidir onlara! Gülü koparmak şöyle dursun, gülün varlığı yeterdir onlara. Onlar gülle değil, gülü koparmak isteyenlerle boğuşurlar.

İnsanı, yaratılanların merkezine alan bir inancın memuruyuz. İktidar ve dahi diğer parlamenter partiler, memlekette yaşayan bütün insanları gönül potalarında eritecek bir politika tutturamadılar. İnsanların farklılıklarını suistimal etmenin yoluna baş koydular. Kutuplaşmalar ve bunun üzerine bina edilen düşmanlık; miting meydanlarında siyasi partilerin kozu haline dönüşmüş durumda. Ötekinin ölüm fetvasını veren, oyunu cebine koyuyor! Tüm vatandaşlar için ortak bir ideolojik sistem kurmak elbette mümkün değil! İnsan çünkü… Çamurdan yaratılmıştır. Lakin bütün vatandaşlar için ideolojilerden bağımsız, ihtiyaca yönelik bir müştereklik yaratmak mümkündür. Ekmek mesela… Hamurdan yaratılmıştır.

Hopa’da olanlar ve tüm bu seçim sürecinde yaşanan çirkinlikler, iktidarın gövde gösterisine dönüştükçe daha bir cinnet geçiriyorum. İşlerin yolunda gittiğini düşünenler, kulluk muhasebesini bir daha gözden geçirsin derim. Amaca gitmek, amaçla beraber yürür. Ve benim inandığım, bu dünyada varılan hiçbir amaç bizi bütünüyle berkitmez! Hiçbir amaç, Adem’e edilen secdenin yerine geçmez! Emekli (ya da rahmetli) öğretmen Metin Lokumcu’nun, kendisini engellemeye çalışan polis memuruna, bileklerini arkasından kelepçe vaziyetinde kavuşturup “hadi al beni, kurtar memleketi! ” demesini ciddiye almış olmalılar. Mecazdı o, mecaz! Mecazdan anlamayana, neyi nasıl anlatabilirsin ki! ?

Dünyaya Yeni Söz Gazetesi, 04.06.2001

Alper Gencer

6 Dilemmanın Düşkünü, Statüko Giyer Oy Günü şiiri Alper Gencer ŞiirleriAlper Gencer
574 kez okundu0

Türkiye`deki seçmen profiline şöyle dikkatlice bakınca, neredeyse tamamına yakınının ya ehven-i şer (kötünün iyisi) prensibiyle, ya da kendi çıkarlarını gözeterek oy verdiğine şahit oluyorum. Şimdi bu ilk cümleyi okur okumaz, yine birçoğunuzun “e başka ne için oy verecektik! ? ” dediğini duyar gibi oluyorum. Açıklayayım…

Diyelim ki, sürekli elektrikleri kesilen bir mahallede ikamet ediyorsunuz. Ve bir parti size, eğer oyunuzu kendisine verirseniz, elektriğinizi sorunsuz bir şekilde tesis edeceğini vaat ediyor. Oyunuzu bu partiye vermek, bu vaadin ardından sizin için yeterli bir sebep olmuşsa, sizi birkaç sual ile baş başa bırakmak isterim. Bir kere bu elektrik kesintileri neden oluyor/ neden kaynak alıyor? Sadece bizim mahallede mi oluyor yoksa genel bir enerji açığı mı söze konu? Başka yerlerde oluyorsa, onların da elektriğini tesis edecek misiniz? İşte bu son ve sahih soru, kendimiz olmaktan çıkıp, başkaları için de bir kalp taşımanın vicdani istikametidir. Bize elektriği tesis edecek parti, o elektriği bir başka mahallenin elektriğinden alıp bana verecekse, gönül rahatlığıyla o elektriği kullanabilir miyim ki! ? Yok, başka birinden kesmeyip, geçici bir çözümle kısa süreliğine elektriğimi tesis edecekse, günün birinde o açık kendini tekrar göstermeyecek mi?

Tıpta hastalığın tedavisi iki şekilde yapılır. Diyelim burnunuz durmaksızın akıyor ve bundan -doğal olarak! – fevkalade rahatsızsınız. Size reçete edilen ilaç sadece burun akıntınızı kesmeye yönelik ise, buna semptomatik tedavi denir. O ilaç burun akıntınızı durdurur durdurmasına ama o burun akıntısına sebep olan virüs yahut bakteri, akciğerlere ya da başka organlara doğru ilerleyerek başınıza daha büyük belalar açabilir. Reçete edilen ilaç, o virüsü yahut bakteriyi öldürmeye yönelikse, buna “nedene yönelik tedavi” denir. Bu ikinci tedavi, biraz daha geç tesir etmekle birlikte mikrobu vücudunuzdan atmaya niyetlidir, size külli bir temizlik önerir. İdeali, her iki tedavinin birlikte verilmesidir. Lakin birinden birini tercih etmek gerekirse, hiçbir doktor hastasını riske etmeden nedene yönelik tedavisine muhakkak başlar.

Çok uzattığımın farkındayım ama herhalde kurmak istediğim metaforu çoktan anladınız siz. Evet, Türkiye’nin yaralarını mevcut siyasiler genellikle “semptomatik” olarak tedavi ederler. Çoğu oy kaybına ve dolayısıyla koltuk kaybına tahammül edemediğinden “nedene yönelik” tedaviyle kaybedecek vakitleri yoktur.

Peki, siyasiler böyle de, seçmen sanki farklı mı! ? Bu “sanki” sözcüğü, nasıl da soru soruyormuş gibi yapıp cevabı veriyor ama! Elbette, seçmen de siyasisinin bir nüshası… İktidarını düşünen ve bunu da en iyi hekimliğe soyunmakla yapan siyasi ile burun akıntısını düşünen mahalleli vermişler el ele, iltihabı kökten kurutacakları yerde habire burnumuzun akıntısını kesip duruyorlar. Burnunun akıntısı kesilen “iyileştim! ” naraları atadursun, aklına bir kez olsun akciğer filmi çektirmeyi getirenler meselenin içyüzünü bir çırpıda kavrıyor!

Kavramak mı? Ne gam! Ekmekle doyan bir milletiz, kavramakla değil! E atın ölümü de nasıl olsa arpadan! Bugün karnını doyuranlar, nasıl olsa başka kimin karnı aç diye de sormadığına göre, halaya devam!

Oy vermek de diğer bütün eylemlerimiz gibi şahsiyetimizi/hakikatimizi ortaya koyan bir eylemdir. Olayın iç yüzünü kavramadan attığımız her adım, dünyada günde bilmem kaç yüz kişinin ölümüne sebep oluyor, ayıptır! Ölen, yalnız hanemizin içinde ölünce mi kıymete biniyor! ? Şu daracık dünyayı paylaşan insanlarız, bu sofra hepimizin. Oy vermemek de oy vermek gibi bir tercihtir. Hatta şu gün be gün çamurlaşan dünyada, vicdani bir başkaldırır da! Neyin hesabını yaptığınızı bir anlayabilsem, bu cinnet ahvali çekilip gidecek üzerimden!

Hakikat, benim inancıma göre bir bütündür. Yüz düşmanı taşıyan bir gemi, içindeki tek bir masumun hatırına vurulmaz! O tek masum için, can verilir, mal verilir, bütün bir evren verilir! Zaman zaman doğru ve düzgün işler yapıyor diye, hakikati lime lime parçalara ayıran bir partiye oy vermenin neresinde o gönül rahatlığı, Allah aşkına bana da gösterin!

Benim duyduğum en favori dilemmalar şunlar:

– Bu Ergenekon meselesi hallolsun diye AKP’ye oy veriyorum, yoksa vermem!
– AKP iktidar olmasın diye CHP’ye oy veriyorum, yoksa vermem!
– Oy kullanmayacağım ama bu da AKP’nin işine geliyor. Bunun için CHP’ye oy veriyorum, yoksa oy vermem!
– Kürtler bu ülkeyi bölecekler diye MHP’ye oy veriyorum, böyle bir tehlike olmasa vermem!
– Kürtlerin demokratik haklarını koruyan başka bir parti yok diye BDP’ye oy veriyorum, yoksa vermem!
– Bu seçimde de oyum AKP’ye, ama sonraki seçim HAS Parti’ye!
– Kılıçdaroğlu partiyi tabanından temizleseydi gönlüm daha rahat olurdu ama oyum yine de CHP’ye!
– Numan Kurtulmuş’un söylediklerinin hepsine katılıyorum ama o da Erbakan’ın adamı işte!
– Yaptığı çok yanlış işler olsa da, Müslümanların kamusal alanda daha rahat etmesi için AKP’ye oy veriyorum, yoksa vermem!
– Yaptığı çok yanlış işler olsa da, koalisyon hükümeti istemiyorum diye AKP’ye oy veriyorum, yoksa vermem!
– Baraj sorunu var diye HAS Parti’ye/ X Parti’ye vereceğim oy boşa gider, oylar bölünmesin diye AKP/CHP/MHP’ye veriyorum, yoksa vermem!

Bunlar bana ulaşan dilemmalar, bir bu kadar da ulaşamayanlar vardır eminim. Bilhassa Türk solu için durum belki de bunların hepsinden daha iç karartıcıdır. Her neyse… Dediğim gibi, bunlar benim duyduklarım sadece.

Bu yukarıda saydıklarım yüzünden oy veren kimselere sesleniyorum; neyin peşindesiniz Allah aşkına! ? Neyin hesabını yapıyorsunuz? Neyi tanzim etmeye çalışıyorsunuz? Kendi kulluğunuzu/hakikatinizi/şahsiyetinizi diğer bütün eylemlerinizde de böyle bölük pörçük yaşıyorsanız, vay halinize!

Önümüzdeki Pazar seçim var. Şükür ki, bitiyor bu kuru gürültü. Dilemmalara statüko giydirmeyin, bu derdinizle yüzleşmenizi erteler. Ertelenen dertler, zaman geçtikçe ödeyeceğiniz bedeli arttırır. Küçük hesaplarla bu ülkeyi ve kendinizi kurtaramazsınız. Diyeceğim odur ki sayın seçmen, sevgili seçmen; it önyargılarını bir kenara, çevir gözünü Türkiye’den dünyaya, kutuplaşmadan, ötekiyle birlikte bu muazzam sofrayı düşünerek bir parti ara kendine. Yoksa böyle bir parti, küçük hesaplar yapmayı bırak bari! Kalbinin mutmain olduğunu aklına teslim et. Aklının mutmain olduğunu, kalbinle teyit et!

Hayırlara vesile olur inşallah!

Dünyaya Yeni Söz Gazetesi, 10.06.2011

Alper Gencer

7 Ergenekon Adaleti şiiri Alper Gencer ŞiirleriAlper Gencer
592 kez okundu0

Bu yazıyı yazmadan evvel, epeyce düşündüm. Adalet, aklımızın ve kalbimizin alamayacağı bir incelik! Beynimizin içini bir kurt gibi kemiren düşüncelerin ve kalbimizi delik deşik eden duyguların hassas terazisi! Koca bir günü gözden geçirdiğimizde, sadece kendi yaşadıklarımızın değil, hani o Dicle kenarında su içen çocukları dahi mütemadiyen hesaba katmanın sonsuz genişliği! Hepimiz, adaletin durmaksızın bertaraf edildiği bir dünyanın vatandaşlarıyız. Sağ elimizin sol elimiz üzerinde, sol elimizin de sağ elimiz üzerinde hakkı var. Hz. Ömer’e selam olsun, hangi muma üfleyeceğimizi iyice şaşırmış durumdayız!

Ergenekon davası, askerin postalına açılan bir delik olarak muştulandı ilk bize. Senelerdir diktanın mağdur ve mazlum ettiği kitle, kendi çoğunluğunu yaratır yaratmaz karşı saldırıya geçmişti. Başta sevinç çığlıklarıyla karşıladığımız bu durum, bize militarizmin korkunç hayaletini berhava etme vaadinde bulunuyordu. Mutluyduk, çünkü yerinden edilen adaletin bize tekrar servis edileceği ümidindeydik. Mutluyduk, çünkü darbelerle iğdiş edilmiş, asimile edilmiş, hafızası resetlenmiş bir topluma artık gerçekten “halk” demeyi arzu ediyorduk. Mutluyduk, çünkü yasaklanmış olan şarkıyı susamış dudaklarımız mırıldanır gibi olmuştu. Ama gelin görün ki bu mutluluğumuz çok uzun sürmeden yerini başka bir kedere bıraktı.

Mutluluk sırayla yaşanmaz, birlikte yaşanır! Kemalistler, sahip oldukları özgürlüğü kendilerinden olmayanlarla paylaşmak istemedi. Ancak kendilerine benzeyenlere o özgürlükten ikram ettiler. Darbe Günlükleri ve akabinde zuhur eden Ergenekon Davası’nın bizde uyandırdığı mutluluk, bizim de bu özgürlüğe ortak olacağımızla ilişkiliydi. Evet, rejimin dayattığı yasaklarla hala özgür yaşayanlar, o yasaklara maruz kalanları düşünemeyecek kadar bencildiler. Ama bu bencilliğe karşı intikamcı bir tavır takınmanın Müslümanlıkla bir ilişkisi olamazdı. Müslüman’ın, berhava edilen adaleti tekrar tesis etmekten başka ne amacı olabilirdi ki! ? Durum elbette böyle olmadı. Dikta, yıkılan rejimle birlikte el değiştirdi. Yeni gelenler, Turgut Uyar’ın bir mısrasında dediği gibi: “insanların adaletini, yani öcü aramaya başvurdu”.

Şimdi Ergenekon sanıklarının tutuksuz yargılanmalarının üzerinden 2 ila 4 sene geçmiş durumda. Ben yargılananlar arasında gerçekten suçlu olanların bulunduğuna inanıyorum. Tıpkı, suçu ispat edilmediği yahut bir suçu olmadığı halde sırf darbe çığırtkanlığı yaptı diye hala o hapishanelerde tutulanların varlığına inandığım gibi… Mevcut hükümetin tavır ve tutumlarından kaynaklı, kendini kaybedip şuursuz bir biçimde tankların yürümesini arzu edenlerin sayısı o kadar çok ki, inanın hapishane yetiştiremezsiniz! Hala darbe olmasını isteyenler, elbette eski bencil ve konforlu hayatlarına dönmek istiyorlar, bunu tasvip etmek abesle iştigal! Lakin ortada bir suç, bir delil, bir suça teşvik varsa neden bu sürünceme bir türlü encama erdirilemiyor? ! Bu kadar insanın geçen bunca zamana rağmen tutuksuz yargılanmasını vicdanımızın hangi tarafıyla kabullenebiliriz, Allah aşkına! Suçlu cezasını çeksin, suçsuz özgür bırakılsın, bu süreç absürt bir gövde gösterisine dönüşmeye başladı artık!
Düşünmenin ve inanmanın asla derdest edilmemesi gerektiğini, insanların bu eylemler yüzünden mağdur edilmemesi gerektiğini sizden daha iyi kim biliyor, kim? !

Haksız yere hapiste tutulanların Allah yardımcısı olsun! Neye inandıkları, yahut ne düşündüklerinin ne önemi var, mağdurlar! Müslüman, kendisine karşı geleni de, kendiyle birlikte olanı da, aynı adalet duygusuyla karşılar. Yazının başında bahsettiğim incelik, atomlarına varana değin ötekini kalbinde hissetmekle kaimdir bana kalırsa. Dedim ya, mutluluk sırayla yaşanmaz, mutluluk birlikte yaşanır!

Dünyaya Yeni Söz Gazetesi, 02.06.2011

Alper Gencer

8 Allahım, Benim Kasetlerim Hep Sen’de Dursun! şiiri Alper Gencer ŞiirleriAlper Gencer
607 kez okundu0

Gündelik hayatımızda hala kaset kullanan birileri var mıdır bilmem, ama Allah’ın “yürü ya CD” dediği şu müşahhas teknolojik çağının içinden geçerken, bizim ülkemiz kadar “kaset” sözcüğünü kullanan başka bir ülke kalmadı sanırım. Hem de zihnimizde çoktan hoş bir nostaljiye dönüşen anlamını, böylesi kötü bir çağrışıma devrederek… Sevdiğimiz bir ses sanatçısının yahut çok beğendiğimiz bir oyuncunun son kasetinin çıktığı haberi, şehre önü alınamayan bir süratle bulaşırdı eskiden. Şimdi miting meydanlarında siyasilerin seks kasetlerini satan ağızlar, “son kaset” diyerek dürtmek istedikleri heyecanımızı esasen bu nostaljik çağrışımdan çalıyorlar.

Bir insanlık terbiyesi olarak, en ahlaksızının bile başka gözlerden sakındığı bir eylemi; kapı arkalarından çekip çıkartarak, insanlarla dolu meydanlara seriyorlar. Ne için mi? Oy için, oy!
İşimiz kulun merhametine kalırsa, işte olacakları seyredeceğimiz devasa bir mahşer fragmanı duruyor karşımızda! İnsanın ‘kula kulluk’tan cayması için, ne kadar da geçerli bir sebeptir bu, öyle değil mi! ? Çok şükür, Allah var!

Sizinkini bilmem ama, Allah, benim ayıplarımdan müteşekkil bir kaseti yeryüzünde gösterime sunacak olursa, benim gezegeni derhal terk etmem gerekir! Öyle ki, ne kimsenin yüzüne bakabilirim, ne de ömrümün geri kalan kısmında benim yüzüme bakacak bir yüz bulabilirim kendime. Şu anda, size bu cümleleri yazdığım saniyeleri, ayıplarımın da gizlenerek geçtiği saniyeler olarak düşündüğümde, Allah’a içimden kopan derin bir çığlıkla şükrediyorum.

İnsan, ki hikayesi hatayla başat, hatayla müsemma! Hiç hata yapmayan, bu yazıyla boşuna vakit kaybetmesin! Nefistir, bazen aczi unutturur. Olmadık yollar tutturur insana. Yeni pişmanlıklar peyda olur, yeni günahlar çizilir tövbe çetelesine. Bu bir yerde bilgiye ulaşmanın bir yoludur da… Bazen yanlış yaptığını, yanlışı yapmadan bilemez insan. Hatta bazen, yanlış yaptığını, o yanlışı defalarca kez yapmadan bilemez!

Başkalarının ayıplarını saklayalım, böylece Allah da bizim ayıplarımızı saklar. Hiç Kuran okumamış tertemiz bir vicdanda bile kayıtlı durur bu bilgi. Başkalarının ayıplarını saklamak, Allah’ın merhametinden istifade etmenin bir yolu olarak sunulmuş bize. O merhameti oy için değişmekse, şeytanın ticareti!

Kasetleri hiç izlemedim ama o kasettekileri Allah affetsin! Son nefesine kadar ümit kesilmez insandan. Yaptıkları bu yanlış, doğruyu seçmelerine vesile olur inşallah!

O kasetleri kaydedenleri Allah daha çok affetsin! Böyle bir günahı ifşa etmek için kaydetmek, benim bildiğim hiçbir hakikati berkitmez! Böyle bir günahı kaydetmek, o günahı da kapsayan bir başka günaha benziyor, tabi Allah bilir!

O kasetleri, siyasi amaçları uğruna diğer bütün insanlarla paylaşanlara gelince… Allah en çok onları affetsin! Yine ve elbette Allah bilir ama meseleyle ilgili diğer bütün günahları da kapsıyor gibi görünüyor bu bana. Günah, sanki elden ele aktarıldıkça büyüyor. Af da günahla doğru orantılı bir büyüme göstermiyorsa, yedik orda ayvayı!

Benim kasetlere gelince… Allah beni affetsin! Henüz toplu bir gösterimi yapılmadı çok şükür! Ey ayıplarımı örten sonsuz merhamet, benim kasetlerim -yalvarırım! – hep Sen’de dursun! Hep Sen’de dursun!

Dünyaya Yeni Söz Gazetesi, 23.05.2011

Alper Gencer

9 Çağın Vebası: Bencillik! şiiri Alper Gencer ŞiirleriAlper Gencer
757 kez okundu0

İşleri yolunda gidenler, şöyle şükredecek kadar bir nefes aldıktan sonra etraflarına bakıyorlar mı? Hani kimin işleri yolunda gitmiyor diye! Karnı doyanlar, doyuracak aç arıyorlar mı kendilerine? Isınanlar, üşüyenleri tanıyorlar mı? Koşanlar, konuşanlar, işitenler, görenler; engellileri umursuyorlar mı? Ne veba, ne sıtma, ne de geniş kitlelere musallat olan başka bir hastalık insanlığın başına “bencillik” kadar müptela olmuştur! Şimdi yeryüzünde bir insanlık ayıbı olarak nitelendirebileceğiniz hemen her şey, bu “bencillik” hastalığından kaynak almıştır.

Türkiye’de, bakmayın ideolojilerin boy boy arz-ı endam etmesine, asıl mesele tam olarak kalplerini başka kalplere kapatan ve bencilliğin elinde can veren insanların etrafında gelişti. Hakları elinden alınan insanlara karşı körleşen insanlar, umursamazlıklarına mecburi ideolojik istikametler aradılar. Kendi vicdanlarını susturmak için türlü bahaneler ki, o bahanelere kendilerini başka dünyalara körleştirecek kadar inandılar.

Kemalizm, irtica ve bölücülük hayaletleri ile Müslümanları ve Kürtleri hedef aldı. Yaklaşık bir asır kadar süren kanlı bir mücadele sonunda, İslamcılık ve Kürtçülük boy verdi. Bu ikisinin ayrı ayrı boy vermesinin sebebi; Kürt devriminin kendisine komünist, yani dini dışarıda bırakan bir yol seçmesiydi ki, elbette bunun böyle olmasını Kürtlerden daha çok isteyen başka birileri vardı. Zira hem İslamcılık, hem de Kürtçülük; aynı secdeye baş koyan, birlikte saf tutan iki grup olsalardı, rejimin daha ilk tahlilde baş edemeyeceği bir tehlike haline dönüşeceklerdi. Ama öyle olmadı. Gerçi, bu iki grup üzerlerindeki baskıları kendi mücadeleleri için yakıta dönüştürerek, teker teker rejimin baş edemeyeceği birer tehlikeye dönüştüler bile. Hatta, ortada neredeyse rejim falan kalmadı. İyi organize olan kazandı. Ve tabi, eline silah almayan…

Ben bu ideolojilerin, daha yüzyıl öncesinden ne kadar yadırganabilecek, yabancılaşılabilecek şeyler olduğunu gördükçe aklıma İngilizleri getiriyorum. Yani sanki futbolu icat etmeyi; insanları iki takıma ayırıp, birbirleriyle savaştırıp, yıpratmak yoluyla akıllarına getirmiş olan İngilizler… Şimdi ne kadar bencil olduğumuzu şöylece ortaya koyalım:

– Köyleri basılan, boşaltılan, hiçbir suçu yokken örgüt üyesi olmakla suçlanan, sadece Kürt kimliği yüzünden, devletin resmi bir asimilasyon projesinin mağduru olan vatandaşları düşünmeyerek onları ilk tahlilde düşman ilan eden siz sözüm ona milliyetçi arkadaşlar, bencilsiniz!

– Sadece inançları gereği yaşayan insanlara, neye inanmaları gerektiği hususunda yasalar düzenleyen, onların inandıklarını gericilik, kendi inandıklarınızı ilericilik addeden, yüzünü batıya dönerek doğulu kimliğini reddeden, başörtülüleri üniversitelerine ve kamusal alanına dâhil etmeyen siz sözüm ona münevver meşaleciler, bencilsiniz!

– Sadece inançları gereği yaşayan insanlara, neye inanmaları gerektiği hususunda baskılar yapan, oteller yakan, cem evlerini kapatan, kilise duvarlarına tüküren, havraları havaya uçuran, rahip öldüren, papaz gördü mü cinnet geçiren, Ramazan aylarında açık lokantaları taşlayan, ötekini kendinden bilmeyi ve onu kendi emaneti bellemeyi İslam’ın şiarı bilmeyen, siz sözüm ona Müslüman arkadaşlar, bencilsiniz!

Kürtler, kendi meselelerin çözümü için muhatabından samimiyet bekliyor. Kendilerini bölücü bir unsur olarak görmeyi bırakın, onlara doğuştan kazandıkları demokratik hakları iade edin. Kemalizm önce kendi hayaletlerini boğmalı. Bu ülkede İslam’ın irtica, her Kürt’ün terörist olmadığını anlamalı. Kemalizm’e bunun böyle olmadığını gösterecek olan yine Müslümanlar ve Kürtlerdir. Müslümanlar, ötekine yaşama alanı açmalı. İslam’ın baskıcı bir din olmadığını, inanmayanın yaşama alanının tesisinden de sorumlu olduğunu kanıtlamalı. Kürtler de, kendi hak mücadelelerini silahlı mücadeleye alet etmemeli. Her hak mücadelesi, o mücadelenin sahip olduğu benliğin/bencilliğin bertaraf edilmesi ile samimiyet ve kuvvet kazanır. Herman Hesse’in de dediği gibi: “Hiçbir gerçek yoktur ki, karşıtı/zıttı da gerçek olmasın”.

Dünyaya Yeni Söz Gazetesi, 12.05.2011

Alper Gencer

10 Selam Bizim Şiarımızdır! şiiri Alper Gencer ŞiirleriAlper Gencer
566 kez okundu0

Bu köşede haftalık yazılar kaleme alacağım. Dilimden geldiği kadarıyla sizi rahatsız etmek istiyorum. Ve dahi bu gazetede bana yazma imkânı veren kişileri de… Beni Allah’ın hakikatinden başkası bağlamıyor. Hiçbir ideolojik angajmanım yok, en yakın dostumu bile haksız düştüğü yerde hiç düşünmeden uyarırım. Bunu, haksız düştüğüm yerde o da beni uyarsın diye yaparım. Kimin neye inandığı zerre umurumda değil, ben insana/insanlığa inanırım. Secdenin Adem’e, sevginin Resul’e, her şeyin Allah’a ait olduğuna inanırım. Dünyaya Hz. Ali’nin baktığı yerden bakmaya çalışırım. Ben kısaca böyle bir adamım.

Peki sizi neden rahatsız etmek istiyorum? Yeryüzünde tek mazlum kalmayana dek, hiçbirimizin rahat etmemesi gerekiyor da ondan. Ancak bir bardak çay içecek kadar tesellimiz var. Sıcak yuvaları şükürle karşılayanlar iyi bilirler, mazluma zulmeden zalim yaşadıkça, bu savaşın bize de açıldığı aşikâr. Üstümüzde uçakların uçmuyor oluşu, roketlerin yanı başımızda patlamıyor oluşu sakın ola bizi kandırmaya! Tuzaklar kurup kendilerini galip ilan eden kavimlere, en büyük tuzağı kimin kurduğunu, kimin mütemadiyen haklı ve galip olduğunu göstermek boynumuzun borcu. İşte bütün bunlar yüzünden rahatsızım ve rahatsanız siz de bu rahatsızlığımın bir parçası olacaksınız!

Arzın ar damarı çatlamış durumda. Batılı emperyalistler bütünüyle siyonizmin emrine amade. Toplumlarını tüketim lunaparkında oyalıyorlar. Vicdan, okyanusun öbür yakasına sanki ulaşmamış gibi duruyor. Yaşanan vahşet kargatulumba göz önlerinden düşmanlık tohumları eken komplo teorilerinin içine çekiliyor. Ortadoğu’daki bütün hesaplar israil’in can güvenliğini sağlamak adına. Elinize bir dünya haritası alıp bakacak olursanız, Afrika’nın neden kanlı diktatörler tarafından yönetildiğini çok kolay bir şekilde anlarsınız zaten. Siyonizm, aralıksız kaos ve savaş istiyor. Bu böyle süregeldikçe; bir yandan ceplerini dolduran silah tüccarları, öte yandan ve hatta daha mühimi durmaksızın sekteye uğrayan birlik düşüncesi… Bütün bunlara şahit olup rahat olmak elde mi?

Zalimin adı belli… Ama benim çekindiğim o değil, kendi aramızdaki zalim! Birbirini Allah adını vererek kandıranlar yok mu, ben onlara ifritim esasında! Resulullah’ın manasına hiçbir dönem Kerbela’da olduğu kadar şiddetli bir saldırı olmadı. Ve alçak yezid, Huseyn’in mübarek başını alırken “bunu Peygamber için yapıyorum” diyordu. Müslümanlar arasında, birlik sağlanması adına, yaşanan haksızlıkları sümen altı etmek gibi bir moda var son zamanlarda. Ben bu tutumu da yezidi buluyorum açıkçası. Kim garanti edebilir kim, o haksızlığı görmezden geldiğim günün sonrası ölmeyeceğimi! ? Bugünü yaşayan ve haksızlığa hiçbir surette göz yummayan hakikat ehline selam olsun!

Selam. Ve selam. Vesselam…

Dünyaya Yeni Söz Gazetesi, 10.5.2011

Alper Gencer

11 Trakya’dan Diyarbakır’a Milliyetçilik! şiiri Alper Gencer ŞiirleriAlper Gencer
596 kez okundu0

Diyarbakır, bence dünyanın en politik kentidir. Sokak aralarında, kıraathanelerde, eviçlerinde insanlar durmaksızın siyaset konuşurlar. Doğdukları andan itibaren, devletin asimilasyon projesinin bir parçası olmanın gereğidir bu. “İki ayrı dil, bir vatan toprağında yan yana durmaz! ” diye hangi İngiliz kandırmışsa artık cumhuriyeti, kardeşliği sekteye uğratmaya yetecek ne varsa yapıldı şu geçtiğimiz asırda. Her iki taraftan da ölenler intikama çaldılar. Düşmanlık peyda oldu birbirini tanımayan insanlar arasında. Mesela çoğu Trakya insanı, ancak askerlik vesilesi ile tanıdıkları doğu insanına karşı, medyanın soslu provokasyonuyla beraber, neredeyse nefrete varacak denli doludurlar. Kürt sözcüğüne zerre tahammülleri yoktur. Ve önyargı ummanını geçip kalplerine ulaşabilen doğuluları büyük bir hayretle karşılarlar. Ama bu durum Einstein’ı teyit edecek bir biçimde önyargılarını parçalamaz, karşısındakini asimile olmuş bir Kürt olarak görmeyi yeğlerler.

Düşmanlık duygusu, bir insanın yüreğini kine ve nefrete doğru bileyledikçe, bir noktadan sonra varlık emaresi olarak kendini gösteriyor. Demem o ki, kendini tanımlamanın bir yolu oluveriyor birine düşmanlık etmek. Sonra o düşmanlık duygusu gruplara, bölüklere, ırklara dair bir duygu olmanın yolunu tuttuğunda; genellemelerin pençesinde can çekişen bir insanlık resmi çıkıyor önümüze. Amansız bir Siyonizm düşmanı olmam, beni bütün Musevilere düşman eder mi sizce? Tıbbiyede en yakın iki üç arkadaşımdan biri Museviydi. Niçin bir grup insanın yaptığı zulmün faturasını, aynı ırktan başka insanlara çıkarayım ki? ! Bu benim insanlığımdan feragat etmem manasına gelmez mi?

Milliyetçiliğin açmazı, tam olarak burada yatıyor işte. Bir insanın milli duyguları olabilir, bunda hiçbir beis yok. Hepimiz yaşadığımız toprağın şekil verdiği insanlarız, sevdiğimiz bütün alışkanlarımızı bu topraktan devraldık. Kendi adıma, standartları yüksek bir başka ülkede bir ömür yaşamayı, orada peşimi asla bırakmayacak olan yabancılık duygusuna binaen asla istemem. Beni tamamlayan şeyler; tarihin yarıklarından sızarak, kültürlerin etkileşimlerinden sentez edilip, yüzlerce yıllık bir maceranın imbiğinden geçerek damıtıldı.
Şimdi kendimde ve etrafımda sevdiğim ne varsa, bu topraklarda yaşayan ve yaşatılan bütün hikâyelerin bunda payı var. Bu açıdan bakıldığında milliyetçi biri gibi gözüken ben, artık bu kelimenin anlamının sevgi cümleleri ile şerh edilmediğini dehşetle fark ederek oradan hemen uzaklaşıyorum. Milliyetçilik, yazının başında ifade ettiğim gibi, düşmanıyla kendini tanımlayan bir hal aldığına göre, düşmanlık duygusunun bina ettiği bir şerhi niçin ismimin yanına koyayım? ! Düşman edinmek için mi! ?

Kaldı ki, en sevdiklerimize yapılan saldırılar başkalarını bize düşman kılıyorken; biz bu düşmanlığı kendi benliğimize bir saldırı olarak algılamıyoruz. Biz bu saldırıyı, hakikate olan bir saldırı olarak telakki ediyoruz ki, hakikati bir ırkın üstünlüğü ile ilintilendirmek sizce ne kadar hikmetli? İnsanı doğduğu yere, kökenine bakarak etiketlemek ne kadar insani bir tavır sizce! ? Milliyetçilik, daha telaffuz edilir edilmez kendi düşmanını doğuran bir manaya boşaldığından, daha çok İngiliz siyasetinin kullanmayı pek sevdiği bir maşadır benim için. Ve her şey ve herkes, Allah’ın!

Dünyaya Yeni Söz Gazetesi, 15.05.2011

Alper Gencer

12 Aklın Hakkını Vermek! şiiri Alper Gencer ŞiirleriAlper Gencer
673 kez okundu0

Batılı toplumlar, kendilerini yönetenler tarafından derin bir siyasi uykuya yatırılmışlardır. Dünya meseleleri umurlarında değildir, varsa yoksa kendi standartları… Hayatları, yükselen benzin fiyatlarına ve Wallmart’ın borsa hisselerinin gidişatına endekslidir. New York’ta elektrikler kesilirse kıyamet kopar. Ama işin tuhaf yanı şudur ki, New York’ta elektrikler kesilmeden yıldızları göremezsiniz. Yıldızları görmeyen insanlar, dünyanın öbür ucunda evine aç ve işsiz dönenleri nasıl görsün Allah aşkına! ?

Bizim topraklarımızda ise, yoksulluk ve zulümle travmatize mecburi bir politik tutum vardır. Doğuda, evinden çıkıp sokak aralarına giren hemen herkes çok kısa bir süre sonra politize olur. Sizin yerinize hakkınızı savunacak partiler, dernekler, örgütler hâsıl olur. Pişirilmiş fikirler, organize eylemler, mecburi kutuplaşmalar servis ederler size. Siz de, üzerinize yapışan ergenliğinizden bir seçim yaparak kurtulma imkânı bulursunuz. Sonrasında, ötekine körleşip iyice sağırlaşarak insanlıkla bağı bir çırpıda kopartılmış kavramların kiralık katiline dönüşüverirsiniz.

Yanlış, size hazır sunulandan yemenizle başlar. Siz, yediğinizin ilk halini görmedikçe ve onu kendiniz pişirip kendinize servis etmediğiniz müddetçe o yanlış düzelmez. Allah’ın defaten tekrar ettiği “akletmez misiniz? ” uyarısı da tam olarak bundandır. Çünkü akıl, yollarınızın inşası için bir kılavuzdur. Eksik bıraktığınız, aceleye getirdiğiniz her nokta, sizi başkalarının aklına hizmet etmeye zorlar. Bir gün eve dönersiniz, posta kutunuzda fatura! Öyle ya, yanlışın bedelsiz bırakıldığına şahit oldunuz mu hiç! ?

Öyle bir seçim yapmalıyız ki, karşımızda zalimden gayrisi bulunmasın. Ne ırkı, ne inancı, ne milliyeti bizi bağlamasın. Öyle bir seçim yapmalıyız ki, mazlum hatırımızdan hiç çıkmasın. Mazlum ki, mazlum olur olmaz neye dâhil olursa olsun bizim emanetimiz! Bana kalırsa bu, aklın hakkını vermektir. O hazır sunulan fikirlerin ilk haline dönmektir. Adem’in şerefine secde etmektir.

Şimdi bu yazıyı okurken tam da burada bir dakika durup düşünün derim. Hiç tanımadığınız insanları bir gruba dâhil olarak görüp onlara düşman kesilmişseniz, siz de hiç tanımadığınız bir grubun içerisindesiniz demektir. Bir grubun fikirlerine, eylemlerine karşı olmak ayrı! Hele ki o fikirler ve eylemler çoktan bir zulme dönüşmüşse, bu bizim için bir savaş ilanıdır da! Ama siyonistlere bakıp Musevilere düşman olmak, pkk’lılara bakıp Kürtlere düşman olmak, aşırı milliyetçilere bakıp Türklere düşman olmak, yobaza ve softaya bakıp Müslümanlara düşman olmak… Bunların hepsi, size hazır sunulandan yemenizden başka bir şey değildir. Bir insana, bir önyargının elinde can vererek düşman olmak, kendinize hakaret etmek demektir. Kendi şerefinizi ayaklar altına almak demektir.

Varsın ideolojimizi hiçbir insanın geri çeviremeyeceği “haksızlık karşısındaki tutumumuz” belirlesin. Bu tutum bizi insana değil, o hakkın bertaraf edilişine düşman etsin. Öyle sıkı duralım ki zulmün karşısında, meleklerin secde ettiği şerefimiz ayyuka çıksın.

Buyrun, Hz. Ali (k.v.) ile bitirelim yazıyı:

“Haksızlık karşısında eğilmeyiniz! Çünkü hakkınızla beraber, şerefinizi de kaybedersiniz! ”

Dünyaya Yeni Söz Gazetesi, 19.05.2011

Alper Gencer