I
Uzun boylu ağrılara atıldım.
Sokaklarda hırçın rüzgârlara katıldım.
İyi yürekli çocuklar sessizce büyümekte:
“Dünyanın şavkı kendine,
efkârı bize mi? ” demekte;
kimileri taburlara, koğuşlara gitmekte,
kimileri sidikli döşeklerde upuzun uykulara
düşmekteydiler.
Uzaklarda yaşlı çam ağaçları sessizce
çürümekteydiler…
İyi yürekli çocuklar,
günlerin rahmine yaslarken düşlerini,
bazen apansız ölmekte,
ölmekteydiler…
Ama şalvarları gül desenli Döne’ler,
yeniden dillenip döllenmekte,
doğrulup yeniden dillenmekte
ve sokakların, a(damların) ,
kedilerin üstünden rüzgârlar esmekteydiler..
II
(Gecede bir fahişenin koynunda uzun donlu, Nizipli bir tüccar üşümekte;
kaçak elektrik kullanılan evlerde sümüklü oğlanlar “büsüvi”(!) istemekte ve
sımsıcak somunları kavrayan yaslı eller, balta girmemiş hayatın ortasından
korkak ve küstah bir tevazuyla yürümekteydiler… İyi yürekli çocuklar düzine-
ler halinde feleğe küfrederek geçmekteydiler; sonra gecede mart kedileri, ay
ışığı ve iniltiler…Hep aynı nakaratta köhne bir hayat…)
Sonra bildik törenler, kanıksanmış itaatler
ve her aşkın künyesine bir gün dökülen küller…
Sonrası pazaryerleri: Patates, pırasa vs.
Taksitler ödenip senetler alınacak bu ay da…
Bu ay da sürüm sürüm
turplara sıkılan limon damlaları gibi duraklarda.
Defolu çıkmış hayat
kimin umurunda!
III
Kimin umurunda
yeni donlar giyen eski kadınlar
ve bilumum “öteki”ler.
Dolup boşalan kültablaları,
bozuk sifonlar, şerefsiz adisyonlar
ve yamalı bohçalar gibi uzayan yollar.
Kimin umurunda buharlaşmış oğullarını arayan anaların acısı
ve yaşlı bir kemancının eskimiş papyonundaki keder…
/Sürerken ıssızlığın ödül töreni,
sen topla dur topla dur dağılan sevinçleri…/
IV
“-Vay anasını bu maçı da alamadık abiler;
ipne hakemler bizi yine mağlup ettiler! ”
İyi yürekli çocuklar sessizce büyümekte,
en pahalı düşleri dolara endeksleyip
en ucuz pazarlara sürmekteydiler.
Sonrası aşkın
ve şarabın şanına düşen gölgeler.
Gölgeler…
Kimin umurunda?
Yoruldu yorgunluk da;
aşk bir yana, düş bir yana!
Paranın sultası düştükçe,
düştükçe aşka,
ışığa ve şarkıya,
her şey hızla ayrışmakta.
Üstelik gün ortası, ışıkta!
Her şey pazar ve karmaşa…
/Sürerken ıssızlığın ödül töreni,
sen topla dur topla dur kirletilmiş düşleri…/
V
İyi yürekli çocuklar, o aşınmış saçaklarda, yollarda
ısrarla yanlış atlara binip,
ısrarla düşmekteydiler…
“-Yok yoluna geçti geçen günler
..k yoluna kaldı kalan günler geride!
Bu yüzden aşk dediğiniz nedir ki be abiler?
Camları buğulu bir genelev odasında
vizite fiyatına…”
Solarken
gecekonduların dar pencerelerinde bal gözlü kızlar…
VI
Sürerdi…
Yine sürerdi mırıltılar ve homurtularla hayat.
“Bu maçı da alamazken abiler”:
iyi yürekli çocuklar sessizce büyümekte,
büyüdükçe kirlenmekte,
kirlendikçe ölmekte,
öldükçe bilmekte,
bildikçe acımakta,
acıdıkça görmekteydiler
ki her fırtınadan ve anıdan geride
herkes figüran
yaşamın sahnesinde…
VII
Sahnesinde yaşamın,
kentlerin kaldırımlarında upuzun dilenciler.
Minibüslerde ter ve çürük sperm kokusu.
Sahnesinde, aşklarla rus ruleti
ve tel kaçıran çorapların kederi(!)
Sahnesinde,
brüt bir yaşam,
net bir ölüm,
bırak rezil gündüzleri
geceye yaslan gülüm…
VIII
İyi yürekli çocuklar o mahallelerden
düzineler halinde geçmekteydiler…
Uzak ormanlarda yalnız meşeler sessizce
büyümekteydiler…
-İşte bu vuruşlar sürdükçe,
maç mı alınır ulan sayın abiler?
İpne hakemler bu sezon da bizi mağlup ettiler!
Aşkta,
düşte,
işte
birer
birer
inerken
beyaz
bayrakları:
/B i z i m ç o c u k l a r
b ü t ü n m a ç l a r d a y e n i l d i l e r…/
İYİ Kİ BU DÜŞTESİN
nehirler yarışır, çağıldar gözlerinde
o nehirler benim nehirlerimdir
aşk
ki azar azar benim yerimdir
üşüyorsam, sokaktaysam, yalnızsam
gözlerin ey yâr benim evimdir
/vurulup düştükçe, düştükçe seni sevmekten caymayacağım
gece insin, el ayak çekilsin gelip kapında ağlayacağım! /
iyi ki bu sestesin
dünyayı ısıtan nefestesin
bir haydut gibi gezinirim kapında
kalbimde tutuşan ateştesin…
II
rüzgârlar savrulur, uğuldar gözlerinde
o rüzgârlar benim rüzgârlarımdır
aşk
ki azar azar benim yerimdir
suskunsam, bozgunsam, bulutsuzsam
gözlerin ey yâr benim evimdir
iyi ki bu düştesin
her sabah ışıyan güneştesin
iyi ki yoksuluz bulutlar gibi
soğuyan dünyada sımsıcak fırınlar gibi
/vurulup düştükçe, düştükçe sana koşmaktan caymayacağım
gece insin, el ayak çekilsin gelip kapında ağlayacağım! /
Yılmaz odabaşı
-35 yaşıma-
Önce sesini,
sonra yankısını çaldırdın şu beton ormanında;
bu kent de tükürdü aşklarına…
Kal orada,
artık hiçbir şeyden kurtulamazsın!
Islanmışsın bir kere oğlum,
yaş gününde
kuruyamazsın…
önce bıyık aralarına gizledi
yarım kalan gülüşünü
sonra sararmış bir gülü
özenle çıkarıp kitap sayfalarından
yakasına taktı
doğrusu delikanlı adamdı
başka türlü ağlayamazdı
hani bir çocuğun sımsıkı sarılıp
bir bebeği öpüp koklaması var ya
o’sun işte sen
ben seni nasıl sevmem
kimileri gövde sanıp karanlığı
darmadağın sığınırken içine
sen aralayıp gözyaşlarını
gülüşünü serpiyorsun üstlerine
vakitsiz birer ölüm sanki geceler
bir bakımlık ay düşüyor herkesin payına
ve hiç dönüp de soran olmuyor
eklenen hangi düşler bir sonraki sabaha
bildik bir nehrin sularına kendini bırakıp da
gidilecek başka denizler arıyorsun ya
o’sun işte sen
seni ben nasıl sevmem
silme pus
ve buzul
besbelli üşüyorsun
hiç susmuyor
penguenleri
bakışlarının
ah bir dökülsen
çözülecek
sularımda düğümlerin
duyarsın
derinlerde bir yerlerde
insanın insana bölünmesidir yanlızlık
in artık iklimlerime
aşksa o
hiç korkma
nasılsa konuşur
bütün dilleri
önce sesin geldi
aralandı kapılarım
ardında şaşkın bulutlar çıkmazı
sonunda sen
gönlü güvercinli kadın
köpüren simsiyah saçlarınla
günler boyu koşuşup durdun
içimin aykırı ırmaklarında
gamzelerinde gizlediğin
o binlerce yıldızı
döküp de şimdi üstüme
söyle nereye
artık herkes
tutsun da elinden kendi şiirinin
tersinden mi girsin
ölü kelebekler sokağına
sen bende daha bitmedin ki
gönlü güvercinli kadın
sen susunca
askıya alır birileri
senin yerine
senin düşlerini
dinle bak
o sen değilsin ki
onlar yine
soluk soluğa senin içinde
denizine varmadan
yorulup dönen sular
birden kayboluyorsa
solgun çizgilerinde yüzünün
birkaç kulaç daha kayar
senden öteye zaman
tam inecekken
sarılıp iplerine usancın
çözülür birer birer
dilinin ucundaki sözler
gidin dersin
hepiniz gidin
bana yalnız kuşları
ve çocukları bırakın
(Varlık dergisi, şubat 1997, sayı1073)
sonra gittin sen
kendi acılarına dilsiz
yarısı küskün bahçelerde güldüğünün
yarısı sürgünlerde
ışıklar içinde binlerce ada
kulaç kulaç sokulurken denizlerine doğru
aldırmadın gittin
yaralı dağlara gömdün yanılgılarını da
tek bir kurşunla yanıbaşında vurulan
o can arkadaşın gibi
şimdi açılan her mektubunda
sonu gelmez postal sesleri
ve yırtık asker türküleri
sen de öğrendin sonunda
açlığımız da bizim
umulmadık namluların ucundadır
tokluğumuz kadar
Varlık dergisi, sayı 2000/3, mart2000
babamdı
tutan o’ydu ellerimden
tanrıların uğrak yerlerine
süzülerek geçerdik
kurduğu ipeksi köprülerden
eğip başımı
sesimi asardım
uysal mırıltılara
tersine akardı hep
içimin ırmakları
damıttığım sulardan
size tanrı gözleri toplardım
bölüşürdünüz birer ikişer
kim bilir şimdi siz nerdesiniz
çocukluğumun gültenleri
sizden başka doğurabilen oldu mu
sizin cennetinizi
(Varlık dergisi,1997. sayı 1084)
el etme öyle
aşk bu
şakaya gelmez
ben daha gözlerinin yarısındayım
Bizimkisi bir aşk hikayesi değildi.
Aşktı bizimkisi, gerisi hikayeydi…